31 Temmuz 2008 Perşembe

BLOGUMU NASIL BULMUŞSUNUZ

Sevgili oy tabanım,

Günler süren bi seçim sürecinin daha sonuna geldik işte. Kah güldük, kah hizip yaptık. Demokrasi gibisi yok. Öncelikle anketime göstermiş olduğunuz ilgiye çok teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz "Blogumu nasıl buldunuz?" diye bi anket yapmıştım. Şimdi sonuçları hep beraber inceleyip sizin profilinizi size sunacam.

Şimdi ankete küçük cumhuriyetimizden toplam 391 oy tabanım katılmış. Şaşırtıcı sonuçlar var, sonuçları büyükten küçüğe sıraladım ve inceledim.

Dear ingiliş oy tabanım, Please find below results and consequences ;


81 kişi blogumu teyzesinin oğlundan bulmuş! İnanılır gibi değil. Bu nası geniş bi aile olm anlamadım ki! Oha! bi teyze var onun da bi oğlu var ve adamın 81 tane kuzeni var! Ve işin en acaip tarafı bu teyze oğlu önüne gelen kuzenine diyo ki " "sözün bittiği yer" diye bi blog var derhal gir bence." Çözemedim ben bu aileyi hatta hafiften de ürktüm.


80 kişi sen nerden buldun demiş. İşte burası çok kritik. Sanal ilişkilerin geldiği noktaya bak. adama bi soru soruyoruz soruyla karşılık veriyor. E iyi de oy tabanım neye yaradı şimdi senin bu cevabın? Hatta cevap bile değil sorun? Bu tam bi sorun.

67 kişi internetten buldum demiş. İşte bu oy tabanlarım çok hakikatli. Evlerine rahatlıkla yatıya bile gidebilirim. Öyle mertler. Borç bile isterim istesem o derece güveniyorum onlara. Samimiyetine kurban olduklarım sizi. Kucaklıyorum sizi.

49 kişi hiç böyle bulacağımı düşünmemiştim demiş. E işte böle şaşırtırlar insanı sayın oy tabanım. Siz daha neleri düşünmediniz! Hepsini düşündürtücem size.

48 kişi mükemmele çok yakın buldum demiş. Çok teşekkür ediyorum sizlere de. Hepimiz mükemmele çok yakınlıklar peşinde değil miyiz zaten? Quantum fiziğine göre çünkü bir şey asla mükemmel olamaz ancak mükemmele çok yakın olabilir.

33 kişi arkaaş buldu bana belirtti demiş. İşte en kaypak oy tabanım bunlar bence. Kararsız seçmenler gibiler. Yakında bunlara arkaaşları başka bi blogu belirtir gider ona tıklarlar. Ah sizi!

18 kişi spam sanmış önce blogumu. hahhaha Hekırlık bilgileri sıfır gördüğüm kadarıyla bu oy tabanlarımın. Gelin de size hekırlık nasıl olur, kod nasıl yazılır, bi site nasıl yapılır onun dersini vereyim makul bi ücret karşılığında sevgili 18! İyi ankete oy verebilmişiniz yalnız hahahha

Ve son olarak 15 kişi yanıt yok demiş. O zaman niye yanıt veriyon kardeşim? Bu nasıl bi mantık? Hem yanıtın yok hem yanıt veriyon soruma. Şimdi delirecem. Bu nasıl oy tabanlığı? Nerdeyse geçersiz oy! Bu ne sizi ne de beni bi yere götürür. Yeriyorum sizi umarsızca ve öyle haklıyım ki!!!

Oy tabanlarım oy! Ayaklarıma karasular indi sizlere dert anlatacam diye, helak oldum burda. Sabah beri kah ordayım kah burda. Seçim kulisleri, anket şirketleri, toplantı toplantı üstüne ama sonuçlar böyle çıktı işte. Tekrardan hepinize çok teşekkür ediyorum ve derhal yeni anketimi doğurmak üzere halvete çekiliyorum.

Gelicem...

dear ingiliş oy tabanım,

I know what you did last election.

I m coming... i m coming!!!... lets come together!!! come...come as you are as you were as I want you to be. i m pregnant now.

i ll see u in another life brotha!

BEN SİNAN, İNSANIN DEVRİK HALİYİM...

Ben Sinan,
İnsanın devrik hali,
Adımda dahi devrim var,
İşte ben buyum, insanım
Kader ağlarını örse de,
yırtarım tabiatı, deviririm, çıkarım.
Yırtılan tabiata da oturur ağlarım.
Överim yeri geldikçe tabiatımı,
söverim Nişantaşının orta yerinde,
acılı siparişime,
Kırıntı'da hala gelmeyen mexican burgerime!
Geç kalıyorum indirimler başladı!!!
İşte geldi!
Dev gibi bir tabak,
Bir emekçinin minicik ellerinde geldi.
Bu nasıl bir haksızlık!
Yergiler sana olsun be hey ahlaksız kapitalizm!
Adım sinan,
İnsanın devrik haliyim...


Not : İnanın şiir gibisi yok. Dışavurumların en serti, en cevvali ve benim kalemimde vücut bulması olsa olsa gururlandırır beni. Ben bir şiir emekçisiyim, kelimelerin hamalıyım. Belki anlamayanlar olur diye de açıklamak isterim şiirimin bam telini. İsmim Sinan. “Sinan” ismine anagram uygularsanız “insan” kelimesine ulaşırsınız. Garip ama gerçek. Tabiatımı bunca ifade edebilen bir isim daha bulmak çok güç. Ne söylesem kifayetsiz kalacak. Burdan teşekkür ediyorum sevgili paşa babama ve yalı kızı anneme. Bu nasıl güzel bir insan betimlemesi, bu nasıl bir lakap! Övgülerin bini bir para sizlere!!!

30 Temmuz 2008 Çarşamba

ASLINDA BİR KONU VAR O DA YASEMİN...


Sanırım iki yıl önce İstanbul Bienalinde Phil Collins nam sanatçının "The world wont listen" adı altında enteresan bir çalışmasını izleme fırsatı bulmuştuk. Phil kardeş İstanbulda gençler arasından The Smiths şarkılarını karaöke yapacakları seçmiş ve onları filme çekmişti. Biz de onları izledik bienalde. Şimdi şu an hangi şarkıyı söylediğini bilemediğim güzel bir kız mükemmel bir performans sergilemişti. Muhteşem söylemişti şarkıyı. Sanki kıvır kıvırdı saçları.

Ve sanırım o kız Yasemin Mori idi. Bu da benim iddiam olsun emin değilim ama. Ama sanırım eminim oydu.

Aslında konu bu kadar, anlattım bitti…

LÜZUMSUZSA SÖNDÜR!


Günlerdir çalkalanıyoruz AKP kapatılacak mı diye. En sonunda Anayasa Mahkemesi karar verdi ; açık kalsın dedi. Benim anlamadığım binlerce sayfa suçlamayı ve savunmayı nasıl okudular bu kadar kısa sürede? Hukukçular da bi garip. Ben olsam hayatta okumam. Oy kullanacağım gün gelip gözlerimi endişeli bir şekilde kırpıştırıp, kaşlarımı da hafif ikircikli yaparak kapatılsın derim ya da kapatılmasın derim olur biter. Ya da son gün sabahlarım okurum ya da saati kurup erken uyanıp çalışırdım.

Neyse bunlar bitti artık. Fakat benim anlamadığım AKP madem kapatılmadı neden siyasi parti yardım parasının yarısı kesildi? Madem yardımın yarısı kesildi, bazı şeylerden şüphelenildi neden kapatılmadı? Kimse uyarı verildi felan demesin böyle uyarı mı olur? Olmaz. Madem duman çıkıyor dedin oradan demek ki ateş de vardır orada. Politik hicvimizi bi türkü ile bitirelim ;

We didnt start the fire, it was zaten burning...

Sözün bittiği yer/ t&t / istanbul

GREGOR SAMSA


Gregor Samsa o sabah uyandığında kendisinin devcileyin bir Tarkan'a dönüştüğünü görür. Metamorfoz adlı albümünün remix heyecanı kaplar birden içini. Karnını içine çekip, trisepslerini kasıp, gözlerini kısar. Aynada kendini seyreder bir süre. Dili ile üst dudağını yalayıp ıslatır. Oynama şıkıdım şıkıdım deyip oynar. Gregor Samsa ağzından çıkan her melodide eşzamanlı olarak, kalçalarının öngörülemez bir ritimle kıvraklaştığını algılar. Kan ter içinde kalana kadar, bitap düşüp yere kapaklanana kadar, kalçalarını seyrede seyrede oynar. Bu oda artık ona dardır, nefes nefese Avrupa'ya açılmak istediğini hisseder...

ÖTEKİ...

Bu aynadaki ben miyim?
Ya öteki? O nerede?
Hep duydum ama hiç görmedim.
Elektrikli diş fırçam dişlerimi temizlerken,
Ruhumu temizleyecek elektrik nerede peki?
Bu ayna kesin bozuk,
50 inç LCD ekrandaki,
Banu Alkan kafası gibiyim.
Derhal bugün bu aynayı değiştirmek,
Yenisini seçmek lazım.
Emekçilerin ellerinde şekillenmiş,
Gerçek bir ayna,
Alacağım satın.
Çerçevesine alınteri sinmiş ayna
Beni,
Gerçek bana gösterir ve
Kesin Zara Home da vardır!!!!


Not: İşte bir şiir daha aktı beynimden. Öylesine geldi sabah sabah. Şiirle bunca eklektik yaşamam benim tercihim değil dostlarım. Şiir bana geliyor. Ben onu yazmıyorum. Ben onu özgürleştiriyorum Mont Blanc kalemimle. Kağıda yazmayı seviyorum. Tepelerden koşan vahşi atlar misali iniyorlar kelimeler kağıdıma kalemimden. Nasıl Che gibi, Nasıl Pablo Neruda gibi. Özellikle bu şiirimi hiç kuşku yok ki yaşasa Victor Jara bestelerdi diye düşünüyorum. Öylesine bi his. Bu hissimin oluşmasındaki en büyük etken şiirime hakim olan halk kardeşliği ve öze olan inanç. Çünkü şiirimi yazıp bitirdiğimde tüylerim diken diken oldu, ağladım.Çok güçlü bir şiir. İşte bu kadar.

MERHABA!

29 Temmuz 2008 Salı

BİR PENCERE ÖNÜ HİKAYESİ...


I.
Ne zaman hüzün düşse aklıma,
Yağmur olur gözyaşlarım.
Ne vakit yağmur yağsa,
Hüzün dolar yüreciğim.
Ne vakit ben gülümsesem,
Yetim hissederim kendimi,
Sahipsiz, kardeşsiz.
Oysa üçüzüz biz,
Yağmur, hüzün ve ben...
...

II.
İnsan sesleri, insan sesleri!!!
Her şey çok ucuz, satılmış!
Vahşi kapitalizmin hükmünü sürdüğü,
En büyük kalesi,
İnsanları tek tipleştiren,
Şapka çıkarttıran sıradanlığa,
Güçlünün kazandığı, acımasız bir dünya burası,
Taşıyabildiğin kadarsın!!!
...
III.
Kulağımda Jim Morrison “ride the snake, the snake is long” diyor.
Sıra korkunç uzun,
Karasularım ayaklarımda,
Ben küçücük, bekliyorum kasa sırasında, İkea da!!!
Elimde yeni mumlarım, fosforlu pötikare masa örtüm ve ben!
Sıra bana gelmek üzere...
...
IV.
Ey ikea! Bil ki yenilmeyeceğiz sana!
Sıram gelip mumlarımı ve masa örtümü satın aldıktan sonra
basıp gideceğim buralardan, ardıma asla bakmadan,
seni tanımamışcasına.
Sınırsız likitmiş! Çok boş geliyor vaatlerin bana!
Köftelerini sindirip, bırakacağım lağımlara!
Gazete okuyacağım senin tatlıların kanalizasyona giderken!
Bedenimi terk ederken!!!
Seni gördüğümü de unutacağım, yerini de.
Çünkü seni dipsiz kuyulara gömüp,
Üzerine de nefret tuğlalarından bir duvar öreceğim.
Lanetliyorum seni ikea!
İnsanlık onuru kazanacak!
Şeytan görsün yüzünü!!!
...
V.
Küçük masam pencerenin önünde,
Ki anavatanı mudo concept!
Üstünde en yeni, en güzel giysisi, fosforlu pötikare...
Üzerinde mumlar yanıyor.
Alevleri güzel bi kadın gibi salınıyor.
ikea ikea ikea der gibimsi...
Hemen ardında,
Kardeşim cama vuruyor damla damla,
Diğer kardeşim midemi burkuyor önce,
Sonra kucaklaşıyoruz üçümüz kardeşçe, ormanca.
Dışarıda yağmur, içimde hüzün ve ben...


Not: Belki metaforlarımdan ve kalemimin kuvvetinden anlayamamış olabilirsiniz diye açıklıyorum, bu şiirimi ikea da sırada beklerken yazdım. Bir anda çıktı. Ama çok hoş oldu. Bi manifesto olarak kullanmayı düşünüyorum kapitalizm yalakalarına karşı. V. bölümü evde yazdım. Sert üslubumdan ötürü kimseden özür dilemiyorum.

Ben Sinan. Genç bi şairim. Duygusal bir anarşistim. Düzen en büyük düşmanım. Bundan böyle sevgili t&t durden'ın blogunda zaman zaman şiirlerimle size ulaşacağım. Zamanı belli değil. Ne zaman ilham gelirse o zaman gelirim. Rutine binmekten, monotonluğu sürmekten, yeknesaklığa teslim olmaktan, biteviye konuşmaktan nefret ederim çünkü. Ben böyleyim. Sert ve netim. İkircikli bir hayata sahip olmaktansa ölmeyi tercih ederim!

Ve son olarak diyorum ki “MERHABA!!!”

KISA SAÇLI METALLICA MI OLURMUŞ!!!


Sısısısı! Kısa saçlı Metallica olur mu olm? Diyelim oldu peki izlenir mi lan? Bu ne sevinç? Saçları jöleli. Headbang yaparken insanın yüzüne bi batman jöle yapışır, kaşı gözü arapsabunu gibi olur. Ve ben her seferinde o bas gitarı çalan adamı görünce bu kim lan olm diyorum hala. Alışamadım kendisine. Koca koca, yaşlı başlı adamların yanında geziyor sinsi gibi. Bu mu Metallica? Değil. Neydi o 93.

: ((((((((((((((((

24 Temmuz 2008 Perşembe

FANATİZMİN BİTTİĞİ YER...

Fanatik taraftar olmak zor sevgili internet duayenleri. Geçenlerde biliyorsunuz Emre Belözoğlu adlı topçumuzun Fenerbahçe takımına transferi gerçekleşti ki kendisinin Galatasaray taraftarlarının gönlünde ayrı bir yeri vardı zira UEFA kupasını kazanıp, ortalığı sallayan o efsane kadronun en iyilerinden biriydi fakat şu an Galatasaray taraftarları Emre'den nefret ediyor çünkü Fenerbahçe'ye transfer oldu. (Açıkçası bence de haklılar)

Peki şöyle bir soru soruyorum hem tüm fanatik taraftarlara hem de kendime :

Diyelim Aziz Yıldırım sizi çağırdı yanına ve dedi ki : “Sevgili Beşiktaşlı (Galatasaraylı, Trabzonlu, diğer tüm Türk takımları ) fanatik taraftar. Al sana 20 milyon Euro. Önümüzdeki 4 sene boyunca Fener fanatiği ol. Gel Şükrü Saraçoğlu Stadına yık ortalığı tezahüratlarınla. Yeni besteler çalış akşam evinde. İşte mukavelen. At artık imzanı, ver bonservisini. Gel fenerli ol. Al bu da forman geçir üstüne.“ Ve ya işte Yıldırım Demirören çağırdı ya da Adnan Polat çağırdı. O şekil bi düşün bakalım.

Hadi bakalım? ... Ben de düşünüyorum bu arada... İyi para be : ((( hımmm 20 milyon Euro... fener için operayı sölesem ? Yıkarım o stadı, gırtlağım burnumdan çıkar ... Yok olmaz ki ? İronik lan felan desem ? Yok yemezler : ((( Döverler... hımmm... 36 trilyon lan? : (((( sadece 4 yıl... : ((( Şimdi bayılacam...

Not : Bak dikkat et, bilinçli olarak Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe yi seçtim. Düşün bak durum ne feci diye, daha iyi anla diye...

TATİL HİKAYELERİ

Geçen düşünüyordum da, yaradanım düşman başına vermesin bazı tatilleri dedim. Çünkü aklıma gelen tatil hikayesi çok acaipti. Linda Blair’in The Exorcist filmindeki haliyle Olimpos’a gitmişim güya tatile. Ne biçim tatil lan bu diyenleri duyar gibiyiz. Sanki biz isteyerek gittik amına koyim! Duygulara gem vurulamadığı gibi muhayyile de kafasına göre takılıyor işte. Ne yapayım. Buyrun :

- Höööaaarggg T&T Durden hadi sahile gidelim. Geceleri çok güzel oluyormuş...
- Bu karanlıkta???!!! Yok Lindacım... Ben gittim ne biçim oluyor...
- E o zaman ormanda bir geziye çıkalım... Keşif yaparız ne güzel kikikiki
- Öyle gülmesen be Lindacım... Aklım çıkacak : ((
- Offf çok sıkıcısın. E iyi bari hadi odamıza gidelim kikikiki sana yapacaklarım var
- : ((( Yok... Benim hiç uykum yok... Hem ben sabahlıycam...sen git bence odaya
- Gerçekten miiiii? Ben de sabahlıycam seninle...
- : ((( Etrafa baksana biraz Lindacım. Bak kayalıklar, doğa mükemmel. Hep bana bakıyosun bence : ((((
- Aaaa bak şurada bi eğlence var. Hadi oraya gidelim...
- Hiyaaaaaaaananıskym! Ya Linda kafanı döndürme öle ya!! Lütfen ya!!! Arkamda felan de ben anlarım ya ühüühüüh Ne biçim döndü kafası ya ühüühü bak yine!!!
- Ya noluyo ya?
- Döndürme kafanı Lindacıım lütfen! öyle dur ühühüh ben senin önüne geliyorum şimdi ühühü

TÜRK BİLİM ADAMINDAN DEVRİM YARATACAK BİR İCAT!

İsminin açıklanmasını istemeyen bir bilim adamımız erkeklerin de artık rahatlıkla, ürkmeden, çekinmeden Magnum yiyebileceğini belirtti. Bilim adamı icadını kısaca şöyle tanıttı “ Bir ayna düşünün ki birebir üzerinde Elizabeth Hurley resmi var. Bir tek ağzı boş yani orası normal ayna. Ne yapıyoruz biz erkekler? Alıyoruz Magnumumuzu elimize, açıyoruz güzelce bu mükemmel tadı olan dondurmanın paketini. Geçiyoruz ayna karşısına ve alıyoruz Magnumu ağzımıza rahatlıkla. Ama gerçekte gördüğümüz şey Elizabeth Hurley karşımızda Magnum yalıyor. Gerekirse ısırıyor, sonuna kadar ağzına alıp, çikolataları yalıyor, önce dilliyor sonra emiyor. Bazen bilerek ağızda bekletiyor ve dudak kenarından akıtıyor dondurmayı bademli bademli. Hımm yapıp yalıyoruz onu da. Yani Elizabeth yalıyor.” Daha şimdiden binlerce sipariş aldığını belirten bilim adamı çok mutlu olduğunu belirtti. Bilim adamımıza yönelttiğimiz “Madem bi tek ağzımız görünüyor niye gerisi ayna ki bu icadın?” adlı sorumuzu ise duymamazlıktan geldi.

Bir de erkeklerin marketlerden gidip Magnum satın alamamasına da bir çözüm getirmeye çalıştığını belirten bilim adamı, bakkala gidip “Bir Magnum verir misiniz?” diyebilmek içinse, Elizabeth Hurley şeklinde maskeler icat ettiğini söyledi. İnanılmaz bilim adamı hatta bu buluşu ile erkeklerin yollarda da rahatlıkla Magnum yalayabileceğini belirtti. Basın toplantısı ise erkeklerin toplu bir şekilde Elizabeth Hurley maskeleri takıp, Magnumlarını yalaması ile son buldu. Yani sanırız böyle bitti… Zira karşısında Elizabeth Hurley’nin Magnum yaladığını gören bazı erkekler zıvanadan çıktı. Ortalık birbirine deli gibi bakarak Magnum yalayan erkeklerle doluydu. Biz de o sıra kaçtık. Adının açıklanmasını istemeyen bilim adamı “Beyleeeeeer sakin olun! Burada hepimiz erkeğiz!! Elizabeth Hurley yok burada!!!” diye canhıraş bağırıyordu biz kaçarken.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN...

Dışarıda kar yağıyordu, odam ise sanırım buzul çağıydı. Nefesimi havaya hohlayarak varlığımı kendime ispat ediyordum. Doğa ile mücadele etmek gibisi yoktu. Cenin pozisyonunda çırılçıplak sadece aşörtmenim üzerimde, odamın zeminindeki karoların üzerinde yatıyordum. İç çamaşırlarımı da çıkarmıştım. Aslında ilk başta aşörtmenim de yoktu üzerimde, hepsini çıkarmıştım ama çok üşümüştüm. O yüzden aşörtmenimi geri giymiştim. Halıyı toplayıp yatağın üzerine koymuştum. Yer buz gibiydi. Tam da istediğim gibiydi. Yatmıştım üzerine çünkü dinazorların soyunun tükendiği soğukluğu algılamaya çalışıyordum. Üreme uzuvlarımın büzüşüp nerdeyse kaybolması ile hak veriyordum soylarının tükenmesine. Ve o an bir deneme yapmaya karar verdim.




Maria Sharapovayı düşündüm. O sütün bacakları, o forhend de ayrı bekhend de ayrı çığlıklarını düşündüm. İşte o an hiç de o soğukluğa kavuşamadığımı anladım. Çünkü aniden aşörtmenimin önünde çadır kurulmuştu. Sharapovanın haykırışları çok garipti. Moralim bozulmuştu. İstesem üreyebilirdim şu an. Demek ki dinazorlar çok daha büyük bir soğuğa maruz kalmışlardı. Zavallılar… Ya da Maria o çağda yaşasa hiç bi dinazor tükenemezdi diye de düşündüm. Demek ki Maria dinazor gibi karı da dedim kendime. Dolayısıyla mutfağa gidip buzdolabından gündüzden hazırladığım buz torbalarını da ortama yaymam gerekecekti. Henüz yeterince soğuk değildi, o soğuğu yaşamak istiyordum.


Fakat tam bu sırada annem odaya daldı. Gözleri Luganonunkiler gibi olmuştu beni görünce. Sürekli anlamsızca bağırıp çağırıyordu. Önce pencereyi kapattı. Odama kar yağıyordu. Sonra komple kapattığım kalorifer peteğini açtı. “Oğlum sen delirdin mi? Zatürre olacaksın” dedi. “Anne dinazorlar zatürre olup ölmediler tamam mı? Soyları tükendi!” dedim. Titriyordum. O sırada babam girdi odaya. Babama da “Alberto Tomba nasıldı ama baba Calgary de ne kayardı be!!?” dedim dikkatini dağıtmak için. “Lan sen napıyon gene piç!!” dedi babam. Dikkati hiç dağılmamıştı. Annem babama ağlayarak “Oğlana bakarak ol demedim mi ben sana! Bi bakkala gittim şu olanlara bak ühühü” diye bağırırken, dikkatlerini dağıtmak için amuda kalkıp yürümeye başladım odanın içinde. Bir yandan da tersten odanın kapısının lokasyonunu tespit etmeye çalışıyordum. Annem ve babam “Oğlum in aşşa şimdi düşücen” diyerek üzerime gelmeye başlayınca aniden ayaklarım üzerinde doğrulup yanlarından dopingli Ben Johnson gibi koridora fırladım. Ordan da evin kapısını açıp dışarı kaçacaktım.

Koridoru tırıs giden atlar gibi tedirginlik göstermeden geçtikten sonra evin kapısına ulaşmıştım. Kapıyı açmak için ellerimi aşörtmenimden çektim. Kapıyı açtım fakat tam bu sıra lastiği gevşek aşörtmenim belimden sıyrılıp bileklerime indi. İç çamaşırlarım odadaydı. Dış kapının önünde “Çöpünüz var mı?” diyen kapıcı kızının çığlıkları Sharapovanın çığlıklarına karışırken beynimde, üreme organım ve ben doğa karşısında hükmümüzü sürüyorduk. İkimiz de ayakta titriyorduk farklı nedenlerden. Derhal aşörtmenimi üzerime çekip apartman merdivenlerine attım kendimi. Kapıcının kızı, ben ve babam çığlık çığlığa ardarda merdivenlerden aşşa koşuşturuyorduk. Hangimiz avdık? Hangimiz avcıydık bu hiç belli değildi. Gülümsedim. Resmen besin zinciri gibiydik. Tam da vahşi doğada olması gerektiği gibi diye düşünürken aşörtmenim yine bileğime indi ve merdivenlerden yuvarlanmaya başladım. Dünya karardı. Dünya kararmadan az önce “O laflar baş aşşa, götüne girsin dinazor daşşa” diye düşünüp gülümsediğimi hatırlıyorum belli belirsiz...

GREGOR SAMSA


Gregor Samsa o sabah uyandığında kendisinin devcileyin bi böceğe dönüştüğünü görür. Üstüne üstlük eğer örümcek hisleri kendini yanıltmıyorsa Örümcek Adama dönüşmüştür. Öylesine mutlu olur ki derhal tavanda yürür. Odasının çeşitli yerlerine ağ fırlatır bileklerinden. Ama tam bu sırada aynada kendisi ile göz göze gelir Gregor Samsa ve gözlerine inanamaz çünkü kafası da Ferhat Güzel e dönüşmüştür. Oturup halına ağlar, bi uzun hava patlatır...

GEÇİP GİDEN HUUU, ZAMANLARI HUUUU, BİR YERLERDE BULSAM...



Süper Ligimizin yeni sezon fikstürü belli oldu. Dileğimiz fairplay çerçevesinde, güzel maçlar izlemek. Biz de Antalyada 45 derecede lige başlıyoruz hadi hayırlısı bakalım. Ama lütfen eski günlerdeki gibi olsun her şey bu sene. Futbolu severken birbirimizin kafasını kırmaya çalışmayalım, nefret etmeyelim insanlardan. Nasıl ki sokakta giderken tanımadığımız bi insana "Orospu çocuğu" demiyorsak, diyemiyorsak, maçlarda da demeyelim, diyemeyelim.

Bakın sizlere futbolun masum olduğu, maçlara takım elbise giyilip gidildiği, rakip taraftarların birbirilerine yarım ekmek döner ısmarladığı o yıllardan bi Fotospor gazetesi manşeti. Ne kadar naif öyle değil mi? Çok tatlı : ))))

Neydi o günler...
...
Not : Şarkı seçimimi aslen frikiği vuran topçuya gönderme yapmak için yapmıştım. Mitar Mrkela ! Neydi o sol ayak!

21 Temmuz 2008 Pazartesi

AMY WINEHOUSE'A AÇIK SAÇIK MEKTUP

Sevgili Amy Şarapevi,

Orman perileri gibi mükemmele çok yakın bi sesin var, şarkıların kalbimin orta yerinde havai fişekler patlatabiliyor ama nedir senin bu son günlerdeki halin ha kuzum? Hiç mi saygın yok sanatına, bize? Şu haline bak! Balina gibi olmuşun!! Basenlerin patlamaya hazır C4ler gibi bekliyo elbisenin içinde. Biraz az ye! Elindeki çantada ne var? Sandwich mi!!?


Obur Amy!!! I go back to black diyorum sana. Ve aynen bu halinle bana geleceksen Rehab şarkında da dediğin gibi "No no no" diyorum sana Amy! Az ye biraz, insan ol anladın mı Amy?!!!! Baban bile ağlıyor bu haline. No pasaran! You shall not pass Amy!!!!

Not : Derhal rehabilite olup aramıza eski halinle dönmen dileğimle. Yours sincerely...

MAHALLEMİZİN MUHTARI MUHİTTİN ABİ



Merhabalar, yine ben. Bu sabah işe gelirken mahallede her zamanki gibi tedirgin tedirgin yürüyordum. Aniden planetaryumun ordan sesler duydum. Betim benzim attı çünkü bu Muhittin Abinin sesiydi. Sabah sabah... : (((( Otobüze binmem için de oradan geçmem gerekiyor illa ki. Bi ara eve kaçıp hastayım deyip işe gitmemek geçti. Bir süre sonra sesler kesildiğinden içine atlayıp, kapağını kapattığım çöp tenekesinden dışarı çıktım. Koşarak geçeyim bari dedim. Mahalle bomboştu. Bastım deparı. Tam aşşa bakmadan geçecektim ki bi an gözüm kaydı. Muhittin Abi de hissetmiş olacak yukarı bakmış. Göz göze geldik. Muhittin Abi bana gülümsüyordu. Ben de ona gülümsemeye çalıştım. Muhittin Abi temiz pak traşını olmuş, ayakkabısını boyamış, takım elbisesini çekmişti. Muhtarlığa büyük saygısı vardı, işine aşıktı. Mahallemiz için gerekirse ölür, gerekirse öldürürdü. Eliyle göz göze gelince o an anladım ki mahalle gençlerimizden birine yine nutuk çekiyor her zamanki gibi. “Niçin asimile oluyorsun hayvan herif? Ne bu Amerikan Ordusu askeri gibi giyinip ortalarda geziyon? Sahip çıksana kültürüne? Adam gibi giyin!” diyor büyük ihtimal : ((( İşte özlenen muhtar, işte Muhittin Abim. Böyle böyle kazanacağız kaybettiğimiz değerlerimizi. Tek elle komple bi insan kafasını tutabilen bi muhtar. İnşallah benim oğlan değildir o elindeki. Sınavı vardı sabah, erken çıkmıştı. Ağlayarak kaçtım ordan bakamadım da. Evi aradım demin kimse açmadı : ((((

18 Temmuz 2008 Cuma

BİR TÜRKÜNÜN ANATOMİSİ

Sevgili müzik tutkunları, iyi günler. Bugün sizlerle “”Bir mumdur iki mumdur” adlı türkümüzü incelicez. Bu türkümüz ilk patladığında düğün derneklerde insanımız derhal elleri havaya kaldırıp, parmaklarını şıklatmak suretiyle deli gibi oynardı. Ben de oynardım. Artık oynamıyorum çünkü cool bi kimse olduğuma inanıyorum. Şimdilerde oynayanlara oturduğum yerden şaplak tutmakla eşlik eder oldum. Ama sonuçta oynamıyorum diye müzikten mi koptum? Tabi ki de hayır. Artık araştırmacı bi müzik eleştirmeni oldum. Neyse türkümüze dönelim ve gelin hep beraber inceleyelim. Başla!!!


Çay içinde döğme taş,

Gönlüm huni gözüm yaş.

Aklımı baştan aldı,

Orta boylu kalem kaş.


Bu ilk bölümü fettan erotik kızımız söylüyor. “Orta boylu kalem kaş” derken aslen erkeğinin penisini tarif ediyor. Orta boy felan ama aklımı başımdan aldı diyor. “Gönlüm huni gözüm yaş” derken de aslen vajinasının huni gibi ve ıslak olduğunu anlatıyor. “Çay içinde döğme taş” derken cinsel organının çok kıllı olduğundan dem vuruyor. Çay gibi ortam simsiyah. taş gibi de kukusu var...


Bir mumdur

İki mumdur

Üç mumdur,

Dört mumdur on dört mumdur.

Bana bir bade doldur,

Bu ne güzel düğündür

ha ninnah,

Ha ninnah ha ninnah.


Bu bölümde kızımız ve erkeğimiz beraberce kaç posta gittiklerini anlatıyolar latif latif, şaplak çala çala. Aslen şaplak da doggystyle da erkeğin kızımızın kalçalarında patlayan tokatlarına gönderme. Bade ise orgazm. Hatta orgazmların üstüne dayanamayıp kahkahaları patlatıyolar karşılıklı. Ninnah ninnah diye seviniyorlar.


Bu küçe uzun küçe,

Küçeye serdim keçe.

Hak yoluna üç kurban,

Yar gele burdan geçe.


Bu bölümü erkek söylüyor. Manitasının orta boylu diye tarif etmesine bozulmuş olacak ki almış eline penisini uzun penisim var diyor” bu küçe uzun küçe” derken, inceliyor. Bi de benden dinleyin penisimi diyor. “Küçeye serdim keçe” derken cinsel ilişkide prezervatif kullandığından dem vuruyor. “Hak yoluna üç kurban yar gele burdan geçe” derken ise penisi elinde sote bi yerde rönte yatmış ve manitasının yoldan geçmesini bekliyor. Gizli gizli manitasının memelerine kalçasına bakıp derhal asılacak. Fakat beklerken de azıp 3 posta osbir atmış. Kurban gitmiş en az 3 çocuğu. Onu belirtiyor.


Bir mumdur

İki mumdur

Üç mumdur,

Dört mumdur on dört mumdur.

Bana bir bade doldur,

Bu ne güzel düğündür

ha ninnah,

Ha ninnah ha ninnah.


Final bölümü de yine 1 den 14 e kadar pompa, orgazm çığlıkları ve kahkahalar ile son buluyor. Standart, olması gerektiği gibi bi ilişki işte. Cinsel özgürlük gibisi yok. İnsanımız gibisi yok bence.

İşte böyle sevgili türkü dostları. Artık düğünlerde derneklerde aklınızda bu alt metin, ne oynanır ama di mi? Sizlerle bilgilerimi paylaşmaya doyamıyorum. Ekinimize, kültürümüze, ananemize bir kürek de biz attığımız için gönençliyiz. Bunlar hep gelecek nesiller için done. Kumbara gibi kültürümüz. Her şey çocuklarımız, eltilerimiz, baldızlarımız için. Çünkü biz dünyayı anne babalarımızdan miras almadık çocuklarımızdan ödünç aldık!!!! Bunu hiç unutmayın ve bir dahaki müzik, albüm, beste incelememize kadar yüreğinize sağlık, hep böyle kalın…

Not : Fotoğrafta da bir mumdur iki mumdur adlı türkümüzde oynamak istediğim gönül dostu Monica Belluci var. Nasip olursa bir gün oynamak istiyorum senlen Monica şöyle karşılıklı. Hep böyle kal, türkü tadında yaşa…

GREGOR SAMSA


Gregor Samsa o sabah uyandığında kendisinin devcileyin bir böceğe dönüştüğünü görür. “Allaaaaaa!!! Pazar kuruluyordu bugün” diyerek derhal penceresinden çıkarak, ilkokulun önündeki pazara uçar.

Gregor Samsa tezgahın altından fıtı fıtı yürüyerek, gövdesi lezzetinden hafifçe yarılmış bir domatesin üzerine gelip sularını emmeye başlar cük cük. “Hımmmm Çanakkale” diye iç geçirip ayaklarıyla kafasına vurur keyiften. Damağı çatlar.

Domatesini yerken kendisini öldürmeye çalışan pazarcıyı da sokar…

GREGOR SAMSA


Gregor Samsa o sabah uyandığında kendisinin devcileyin bir Barbie bebeğe dönüştüğünü görür. Gözleri parlar sevinçten. Derhal perdeleri kapatıp soyunur. Memelerine bakar, pıtısını eller...

17 Temmuz 2008 Perşembe

ÜNLÜ FUTBOLCU SAMUEL ETO'O DOLANDIRILDI!!!




Sevgili Eto'o bütün yıl çalışmış yorulmuş, para biriktirmiş. Herşey dahil, ful pansiyon mükemmele çok yakın bi tatil köyü ayarlamış Güney Fransada hem de çıplaklar kampı. Tang, salam, beyaz teneke peyniri, limonata felan beleş ve sınırsız. Sevinç içinde uçağa binmiş, aaa uçaktan inince bi de ne görsün? "Welcome to Uzbekistan" felan diyolar. Adamın biri de gelmiş yanına "Gelin gidelim tatil beldemize" der gibi hareketler ediyor buna. Eto'o o an anlıyor dolandırıldığını fakat adam Özbekçe konuşuyor Eto'o da Kamerunca konuştuğu için anlaşamıyorlar. Hakkaten üzücü bi durum. Sevgili Eto'o'ya buradan geçmiş olsun diyoruz. Yanmış paralar. Kredi kartından tek çekim kestirtmiş çünkü tatil parasını.

Fotoğraflarda Eto'o yu "Cannes nerde? Karı kızlar? Neresi burası lan?" derken ve yanındaki adama "Sen kimsin olm?" derken görüyoruz. Birazdan çıldıracak...
Not : Yemedik be Hürriyet. Biraz daha yaratıcı olun. Oraya gelir linklerine tıklarım senin!



MAHALLEMİZİN MUHTARI MUHİTTİN ABİ


Geçen gece bizim mahallede kıyamet koptu, tabi biz kafayı pencereden çıkaramadığımızdan ne olduğunu anlayamıyoruz, bilmiyoruz. Sesleri dinliyoruz ki onlar da genelde Muhittin Abi ağırlıklı. Sesini duydukça betimiz benzimiz atıyor, anlayamıyoruz, bilincimizi kaybediyoruz, bayılıyoruz. Bütün mahalle bayıldık. Sabah ayılınca anladık ki meğer bizim mahalleye misafir gelen bi adam park kavgası etmiş Muhittin Abi ile geceyarısı. Ve işte sonucu... Sabah işe giderken Muhittin Abi ile tartışan adamı bu halde gördüm ve fotoğrafını çektim. Hiç karışmadım, yalvardı yakardı çözmedim kendisini. Kaçtım gittim. Beni bi ağlama tuttu ki sormayın. Hıçkıra hıçkıra ağladım işyerimin önündeki kaldırımlara kapanıp. Zor kendime geldim. Hem zaten bence Muhittin Abi kesin haklıymış, yüzde 2000 haklıymış !!! ... : (((((((((( ...
Bir de anlatmam gerekir ki, geçenlerde mahalleli neden bizim belediye başkanı hiç mahallemizi ziyaret etmiyor diye düşündük. Ama bakın düşündük, konuşmadık! Biz bunu düşündükten 20 dakika sonra ben bi baktım bizim belediye başkanı bizim apartmanın merdivenleri yıkıyor, paspasımı silkeliyor, bana gülümsüyor "Başka bi emriniz var mı sayın oy tabanım?" diyor ????? "Estağfurullah sayın başkanım! Canının sağlığı" dedim. Biz daha ne isteyelim? Ne büyük muhtar!!! Allah başımızdan eksik etmesin kendisini, Muhittin Abimi düşününce içime mahalle coşkusu, muhtar sevinci doluyor, muhafazakar duygularla depreşiyorum. Cul de sacına, yönetimine, iktidarına kurban olduğum, canım muhtarım benim, Muhittin Abim ... : ((((((((((((

15 Temmuz 2008 Salı

MAHALLEMİZİN MUHTARI MUHİTTİN ABİ



Bizim mahallecek bi sorunumuz var sevgili siberuzay sakinleri. Kime şikayet edeceğimizi de bilmiyoruz. Lafı fazla uzatmıcam. Bizim mahallenin muhtarı bu fotoğraftaki adam.(?) Adı da Muhittin. Soyadını da kimse bilmiyor. Zaten soyadını bilip de napıcaz. Her seçim dönemi muhtarlığa adaylığını bi koyuyor anında buna 1450 oy çıkıyor. Oysa düşünün bizim mahallede 823 kişi yaşıyoruz : (((

Bi keresinde bizim mahalleye yeni bi aile taşınmıştı. Köyden yeni göçmüş cingöz bi adam da ailenin reisi. Kiziroğlu muymuş neymiş köyünde, bi havalarda böle. Adı da Şaban. “Ben muhtarı olacam ilk seçimde bu mahallenin! Göreceksiniz!!” diye böbürleniyor ortamlarda. Biz buna Muhittin Abiyi anlatıyoruz hiç dinlemiyo. Neyse bu nuh dedi peygamber demedi “ Hayır adayım muhtarlığa! O Muhittine de söyleyin artık bitti saltanatı! Bana köpeklerini yollayacağına kendi çıksın delikanlı gibi karşıma!” dedi. ??? Amına kodumun herifine bakın sayın siberuzay! Bize resmen köpek dedi. Biz de derhal ona dedik ki “Biz seni destekliyoruz Şaban Bey. Adaylığını derhal açıkla. Muhtar adayımız sensin! Muhittin de kimmiş?!”. Şaban sevindi. Hepimizle tokalaşıp öpüştü.

Neyse gel zaman git zaman muhtar seçimleri geldi çattı. Fakat son zamanlarda bu Şaban ortalarda pek görünmez olmuştu. Umurumuzda da değildi açıkçası. O sabah tüm mahalleli temiz pak giyindik muhtar seçimleri için sandık başına gidiyoruz çünkü Muhittin Abi her daim sandık başında oyumuza bakar sanki ne gerek varsa : (((( Aaa bi baktık Şaban denen bu herif mahallenin ortasında üzerine benzin döküp kendini yaktı. “Bu mahalledeki herkes Muhittin Abi'ye oy vermezse kendimi yakarım!!” diyerekten kendini parçaladı, yaktı. Biz de alkışladık onu. Neyse daha sonra seçim sonuçları açıklandı ve 1878 oy çıktı Muhittin Abiye : (((

Aslında geçen düşündüm de niye şikayet ediyoruz ki? Hanginizin mahallesinde planetaryum var? Bizde var : ))) 154 metre çapı var. Muhittin Abi NASA dan rica etmiş. Sabah rica etmiş ikindi namazında hazırdı. Çoluk çocuk gidip izliyoruz uzayın derinliklerini elimizde çekirdeklerimiz. Bokumu izliyoruz : ((( Bizim mahalle evden çıkmaz oldu, gölgemizden korkar olduk. Kimse karanlık yerlere giremiyor artık. Mahalledeki tüm evler ışıl ışıl sabahlara kadar. Bize geçen ay 1854 ytl elektrik parası geldi misal :((( Bi keresinde gece vardiyasından çıkmış eve dönüyordum. Dalgın dalgın geliyorum mahalleye. Sokağa girer girmez Muhittin Abi birden karşımda beliriverdi. Hem de tepeden ters sallanarak, tam da yüzü yüzümün önünde. Aklım çıktı denebilir. Daha ben ne olduğunu anlayamadan 2 saniye içinde, beni 5 inci kattaki evimin balkonuna bırakıverdi. Dilim tutulduğundan abuk subuk sesler çıkararak, ağlayarak hıçkırarak teşekkür ettim ona. Altıma işedim.

“E o mahalleden taşınsanıza?” diyenleri görür gibiyim. Kolaysa gel sen taşın. Muhittin Abi gelip “Niye taşınıyorsunuz?” derse ne diicez. Ya da bişi sormasına da gerek yok. Sadece gelse yanına sana baksa böle? Karşında dursa Ühühühü Taşınamam : (((((

Neyse ben size sonra yine yazarım. Şimdilik hoşçakalın, kendinize iyi bakın. Şimdi çıkmam lazım internet kafeden güneş batmak üzere : (((((((

BOĞAZ KÖPRÜSÜ GAY Mİ?


Bu yabancıları anlamak güç sevgili internet duayenleri. Geçen Rufus Wainwright diye bi ecnebi gelmiş ülkemize caz festivaline. Kendisini bi güzel ağırladık, ekmeğimizi yedi, suyumuzu içti sonra karnı doyunca kalkıp “Sizin bu boğaziçi köprünüz gay mi?” dedi. Adama bak! Biz kendisine Türk misafirperverliğini gösteriyoruz sonra herif kalkıp Boğaziçi Köprümüzü sikmeye çalışıyor, ağzımızı arıyor. İzin versek kim bilir neler edecek neşeli köprümüze. Olacak şey değil!

Hey Rufus! Sen yiyorsa “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü gay mi?” diye sor bakim asıl!!! Gör bakalım o zaman Türklerin misafirperverliğini!!! Sensin gay! Çık dışarı Misak-i Milli sınırlarından! Bi daha da gelme! Zaten cazcısın hiç gelme! Hiç bişey anlamıyorum müziğinizden!

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN...

O gün odamda oturmuş curlingi düşünüyordum. İnanılmaz heyecanlı, bi o kadar da sert bi spordu. Aynı doğal hayat gibi. Olağanüstü bir curlingci olabilirdim, bunu hissediyordum. Geçen bizim bakkala “Buralarda bildiğin iyi bi curling salonu var mı Mehmet Amca?” diye sormuştum. Baktım bana bir koala gibi bakıyor “Ya da hırslı bi oyuncu arayan bi curling takımı biliyor musun?” diye başka bi soru sordum ama koala hala bana bakıyordu. Ben de eve dönerken yolda serbest curlingci olmaya karar verdim. Ve kendime bir curling takımı bulana kadar antrenman yapmaya karar vermiştim. Bunları hatırlar hatırlamaz gözlerim, karanlıktan bakan bir Asya kaplanı gözleri gibi parıldadı sevinçten. Çünkü beynimde bomboş, upuzun koridorumuz uzanıyordu!!! Derhal fırladım yataktan.



Koridorumuz upuzundu fakat yine de yeterince uzun değilmiş. Çünkü gözlerimle hedefe kilitlenip çaydanlığım bi elimde, diğer elimde çekçek, bi ayağım yerde bacağım dizden bükülü, diğer dizim de arkamdan sürünerek gelirken nerden baksan bi 10 metre kaymam lazımdı. Curlingin en önemli kuralı buydu!!! Ve ben koridorda kayarak ful konsantre olarak gittiğimden her seferinde daha çaydanlığımı elimden bırakamadan balkon kapısına çarpıyordum. Bıkmıştım. Ağzım yüzüm kan içinde kalmıştı. Balkon kapısı dibine oturup bi enik gibi, bi manık gibi ağladım sinirden. Curlinge biraz ara vermeyi düşündüm o an. Burnum zonkluyordu. Kaşım açılmıştı. Aşörtmenimin sağ dizi yırtılmıştı. Dizim de kanıyordu. Curling tam tahmin ettiğim gibi bi spordu sert ve acımasızdı…



Annemin çığlığına uyandım. Koridorun diğer ucundan bana az evvel gol kaçırmış Hakan Şükür gibi bakıyordu. Sinirle koridora doğru koşan babam kaymış, ayakları yerden kesilmişti. Önce koridor duvarına kafasını çarpmış, ordan da yere, vurulan bir geyik gibi düşmüştü. Bu hiç iyi olmamıştı. Annem bi yandan ağlayarak babama doğru tedirgin tedirgin yürümeye çalışırken, bi yandan da bana “Oğlum ne bu halin? Ühühüüh Ne bu tencereler tavalar çaydanlıklar? Arap sabunu niye döktün her yere? ühühüh” dedi. “Çünkü ülkemizde Curlinge yeterince önem verilmiyor anne!!!” diye suçladım annemi. “ühühüh Ağzı yüzü kan içinde bu oğlanın bi doktora götürsek bey” diyen anneme babam “ Gebersin itoğluit! Asıl beni doktora götür! Kaburgam kırıldı sanırım” dedi. “Bildiğim iyi bi veteriner var baba” diyecektim ama daha ağzımdan veteriner kelimesi çıkar çıkmaz babam yaralı bi mamut gibi acıyla ayağa fırladı. Ayakta durmakta zorluk çekiyordu. Odamın kapısına baktığım anda göz göze geldik. Ne yapacağımı anlamış, eli böğründe bana doğru koşmaya başlamıştı ki bi kez daha ayağa kaydı ve üçlü salto ile koridor zeminine çakıldı. Artık çok fazla vaktim kalmamıştı. Seyirciler bi çılgın gibi adımı haykırıyordu. Başarabilirdim. Konsantre oldum. Derhal çaydanlığımla curling hareketimi yaparak zeminde mükemmel bi kayışla odamın kapısından içeri süzülüp, çaydanlığımı elimden bıraktım. Kapıyı kilitledim. Maçı kazanmıştık. Babamın “Öldürecem lan seni! Öldürecem!” diye haykırışlarına seyircilerin sevinç nidaları, seyircilerin sevinç nidalarına annemin hıçkırıkları karışırken, o gece curling kariyerimi zirvedeyken bırakmaya karar verdim. Oley oley oley çektim. Aleni üçlüye çağırdık pistin ortasına. El salladım tribünlere, veda ettim onlara...



Penceremden gökyüzüne bakarken dış kapının kapanma sesini duydum. Annem babamı doktora götürüyordu anlaşılan. Yıldızlar pırıl pırıldı. O an Sibiryada bir kurdun da gökyüzüne baktığını hissettim. Derhal gökyüzüne doğru uludum. O da bana uludu. Bir süre pencereden uludum. Birden sokaktan babam “Allah belanı versin senin gibi adamın! Uluyor ibneye bak! Gir içeri şerefsiz herif!” diye bana bağırdı. Babamdan ürkmüş olacak Sibirya kurdu arkasını dönmüş tırıs tırıs gidiyordu tundrada. Ben de yatağıma uzandım. Kafasını çevirip bana son bi kez bakan kurda gülümseyip, göz kırptım. Gözlerimden bi damla yaş süzüldü mutluluktan. Doğa gibisi yoktu…

13 Temmuz 2008 Pazar

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN...


O gün odamda oturmuş keneleri düşünüyordum. Ben de kene olsam ben de emerdim insanları. Bunda şaşacak, hastanelere koşacak ne vardı hiç anlayamıyordum? Hem sıcaklarda keneler artardı. Hava çok sıcaktı. Ve sıcaklarda neden hala odamda oturduğuma şaşırıverdim birden! Oysa göç edebilirdim daha sulak ve serin yerlere. Kararımı verdim. Ayağa kalktım. Bundan böyle cemreler düşmeye başlar başlamaz banyoya göç edecektim. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. Nasıl da bunca yıl göç fikri hiç aklıma gelmemişti ? Derhal aşörtmenimi giyip yanıma gerekli bi kaç eşyamı alıp kapıya yöneldim. “Hoşça kal anavatanım” dedim odama kapı eşiğinde durup. Terli futbolcusunun omuzlarına kendi aşörtmen üstünü asan Lucescu gibi şefkatli baktım yatağıma. O da bana terk edildiğini sana bir kartal yavrusu gibi baktı. Gözümden bi damla yaş süzüldü göçe başlarken. Göç yolları hiç tekin değildir dikkat etmek lazımdı. Koridora hiç çıkmadığım kadar sessiz çıktım.



İşte gelmiştim banyoya. Sanki aylardır havada uçmuş bi albatros gibi yorgundum. Derhal soyunup yeni vatanımda duş aldım. Kuveti de su doldurdum içine yattım. Ter namına bi şey kalmamıştı. Derhal teritorimi belirlemek için dört duvarına işedim sazlığın. Herkes ayağını denk alsın. Bundan böyle buralar benim mekanımdı. İçim kıpır kıpırdı çok mutluydum. Sonra bir kutup ayısının suya dalışı gibi sessizce küvete girdim. Su buz gibiydi. Tam boğulurken uyandım. İçim geçmiş küvetin içine kaymışım. Doğada hayatta kalmak çok zordu, ucuz atlatmıştım. Fakat karnım acıkmıştı. Ortam sulak ve serin olmasına rağmen yemek konusunda biraz ketumdu. Derhal ava çıkmalıydım. Tam bu sırada annemin sesini duydum. “Evladım açsana şu kapıyı? Napıyorsun sen saatlerdir içeride? Baban gelecek şimdi. Hadi çık oğlum” “tamam çıkıyorum” deyip onu geçitten uzaklaştırdım. Bi kaç dakika uzaklaşmasını bekledikten sonra yıldırım gibi fırlayıp ava çıktım.



Av dönüşü tatlı ve gururlu bi yorgunluk vardı üzerimde. Hayvan gibi hızlı 147 yapmış Ronnie O’Sullivan gibi sevindim sazlığımın ortasında, kutladım avın bereketini. Sonra avladığım zeytinleri, beyaz peynirleri yere koydum. Ekmek ve tereyağ da avlamıştım. Vahşi zeytinyağlı dolmaları tüm tüm yedim. İnanılmaz lezzetli idi. Bi tavuğun buz gibi kümesinden çaldığım yumurtaları da çiğ çiğ yedim. Kabuklarını da yedim. Karnım da doyduktan sonra serin memleketimde uykuya daldım.



Bi gümbürtüyle uyandım. Babam “Lan çıksana ordan hayvan herif!” diye bağırıyordu. “Hayvanlar bile yazlıklarına gidiyor havalar sıcaklaşınca anne! Ne var bunda!? Burası benim artık!” diye haykırdım. Hatta ciddi olduğumu anlamaları için gidip kapıya biraz daha işedim. Kapı eşiğinden gelen kokular ve ayaklarına ulaşan taze sidiğim babamı neyle karşı karşıya olduğu konusunda uyarmıştı sanıyorum çünkü kapı her an kırılabilirdi artık. Babam sürü liderliğini kaptırmak üzere olan bir şempanze gibi tehlikeliydi artık. Böğürtüler çıkarıyordu.. Buralar benimdi bunu anlamıştı ve hazmedemiyordu. Annem ağlıyordu. Kapının kırılmak üzere olduğunu anladığım için aşörtmenimi giymiş, eşyalarımı toplamış kapının kenarında yerde, pusuya yatmıştım. Kapı kırılır kırılmaz babam içeri yuvarlandı. Annemle göz göze geldik. Bana sanki bi hamster görmüş gibi bakıyordu. Son bi kez sulak arazime baktım. Verimli topraklarında zeytinler, peynirler gırla gidiyordu. Babamın suratına yumurtanın kabukları yapışmış, beyazı sallanıyordu. Benimle göz göze gelmesine izin vermeden bi tavşan gibi hızla banyodan çıkıp odama kaçtım. Kapıyı kilitleyip yatağıma uzandım. Kulaklarıma iri bi karasinek büyüklüğünde pamuklar tıktım. “Ne göçtü ama! En yakın zamanda yine göç edeceğim!” diye düşünürken, Flipper gibi gülümsüyordum. Uykuya dalmışım…

12 Temmuz 2008 Cumartesi

WATERLOO KOMPLEKSİ


Şahsen icat ettiğim ve psikoloji dünyasına armağan ettiğim yeni bir kompleks yahut şahsımın psikoloji alanındaki bilgi fakirliğini de eklersek bi nevi Akmerkez bu Waterloo Kompleksi .
Efendim kısaca özetlemek gerekirse kompleksimizi; bu Waterloo denen savaş çok mühim bi savaş bilen bilir. Makalelerde, çeşitli kitaplarda felan adı geçer lakin benim taktığım konu bu savaşta Napolyon yenilmiştir, General Wellington da kazanmıştır. Fakat her yerde Waterloo dendiğinde Napolyon’un adı geçer. Wellington ın adı bile yok!!! Bakınız koskoca Abba grubu dahi Waterloo şarkısında Napolyonu kullanır. Nası iş lan bu?
Dolayısı ile bir konuyu düşünürken, irdelerken, anlatırken o olaydaki en mühim adamın ismini kullanma kompleksine “Waterloo Kompleksi” adını takmayı uygun gördüm. Bi nevi popülariteye esir düşmüş, satılmış zihniyetlerin hoşlandıkları bi tarzdır. Bu komplekse sahip kişilere de “Waterloo cam cam, seni siken Wellington amcam” diye hakaret etmeyi de uygun gördüm...
Nası kompleks ama? Salieri Kompleksi de bunun karşıtı gibi bişey ama tam da değil ha bak söylim sora üstüme gelmeyin bilimsel argümanlarla, biliyoz. netameli günler dileriz...
Not : Lan yarram sen niye o zaman konu yazına Napolyon resmi koydun diyenleri duyar gibiyiz. Ama ben burda bişeye dikkat çekmek için koydum onu. Napolyon elini niye saklamış sizce burda? Tabi şimdi siz adam cüzdanını tutuyor çünkü dersiniz. Paragöz ya bu Napolyon. Alakası yok. Ben sölim size çünkü General Wellington eline vermiş Napolyonun da ondan. Utanıyo Napolyon, saklıyo. Artık ne verdiyse eline hahaha

BİR YUVANIN YIKILIŞI, BİR EFSANENİN DOĞUŞU...


- Bey eve yarasa girmiş at şunu dışarı ...
- Hanıııım !!!!
- Ne var ayol??? çıkar at şunu dışarı... çabuk ol, pis hayvanlar bunlar
- Batmanim ben !!!
- Selamün aleyküm Batman abi ...
- Yahu ne biçim adamsın sen ! oturmuş yarasayla sohbet ediyor. Bak nası fır fır dönüyo tavanda uğursuz hayvan! At şunu!
- Hanım Batman bu beyefendi, doğru konuş lütfen !!!
- Fır fır dönmüyorum! Yerçekimine meydan okuyorum, uçuyorum ben!
- Gün yüzü göstermedin bana ühühühü bir yarasayı at diyorum evden onu bile atmıyorsun. ben annemin evine gidiyorum ühüühühüh otur sen bu pis hayvanla o zaman ühühühüh
- Yahu hanım dinlesene beni. Süper kahraman bu adam hala yarasa diyo pis diyo!
- Uğursuz değilim! Batmanim ben !!! pis değilim !!! bırak gitsin Alfred ! bundan sonra adın Alfred senin! Benimle eve çıkar mısın?…
- Çıkarım...

EFFERİM OĞLUM NEVZAT, SANA DA PRAVO SELMA


erkek - ... ( Ulan ne desem acaba ? çok güzel elleri de varmış... çok beğeniyorum Selmayı... )
kız – ee beğendin mi bari ?
erkek – ha ne ? çok beğendim ellerini. özel bir krem kullanıyor musun yoksa doğal hali mi?
kız – ay ilahi hahha filmi soruyorum ben Nevzat
erkek - ( hangi film lan ? ... haaa... şimdi sıçtık olm işte ) ee kem küm pardon. filmi çok beğendim Selma.
kız – sorumluluklardan kaçışımızı, epik bir dille anlatmışlar değil mi?ayrıca betimsel kaygılardan uzak şiir gibi bir dili vardı filmin...
erkek - ( o ne lan ? evet diyeyim bari ) evet evet süperdi...
kız – anne imgesi , dominant bir hare çizmişti karakterlerin üzerinde bence ...
erkek - ( hö ? olm ne acaip bi filmmiş lan bu ! ) babaları da vardı ama ?!
kız – efendim ?
erkek – yok yok ... simge anne dominat... sen doğru söylediin yani... vazgeçtim...babaları yoktu...
kız – vardı canım babaları. ama baba figürü de annesinin çok fazla etkisinde kalmıştı.
erkek – karısı değil miydi o ??
kız – kim ? annesi diyorum Nevzat ! adamın annesi !
erkek – tabi canım espri yapayım dedim ... çok güzelsin...
kız – çok güzelim ? o nereden çıktı şimdi Nevzat ?
erkek – bilmem ben bildim bileli güzelsin Selma ! ehehhe ( sıçtık olm hiç gülmedi . ne diicem lan ben şimdi ? )
kız - ...
erkek - ( bişey sölemem lazım olm ... hemen ... ) Selma !!!
kız – efendim ?
erkek – film diyorum... çok kötü yani korkunç of yaa ... yani acaip bir konusu vardı... çok güzel kokuyordun...pardon...anne herkesi susturdu hani bir aile toplantısı vardı. oğlan suyu döktü masaya... senin ellerin o sırada bacaklarımdaydı...pardon benim ellerimdi onlar...sonra babanın arabası süperdi...oğlan manitayı nası yedi ama ?... ( ne dedim lan ben ????!!!! )
kız – Nevzat...
erkek – efendim Selma ...( dudaklara bak bee ... )
kız – iyi günler sana... bir daha da beni arama...
erkek - ... ( terkediyo beni ... neyse ohh be aslında iyi oldu bu benim için. amma yoruldum olm yaa. ama herif de iyi yedi şimdi manitayı eheheh ) taam Selma. sen bilirsin. çok ararsın beni ama uyarıyorum seni !!! bak hani filmde de kız çocuğu terketti ama kimse onu daha iyi yiyemedi ... kız da geri döndü sonra çocuğa...unutma bunu...
kız – iğrençsin Nevzat !!! kız ona aşık olduğu için döndü, çocuğu terk etme sebebi yıkıcılığıydı zaten. fakat aralarındaki ilişkinin masumiyeti, kıza başka şans bırakmadı. kız kurduğu sanal ilişkilerden, etrafındaki dalkavuklardan ve kendini harap ettiği bu bitmez tükenmez anlam arayışının artık sona erdiğinin, yolun sonunun geldiğinin ayrımına varmıştı. aşık olmuştu... çünkü insanoğlunun belki de elinde kalan tek şey bu idi... ötekini susturmanın vaktinin geldiğini de görmüştü son tahlilde... babanın arabası ise tamamen bir metafordu. kapitalizmin en üst noktalarının bile insanlara aradığı manevi mutluluğu getiremeyeceğinin nefis bir tespiti idi. anneye gelince... Nevzat ? Nevzat ? sana anlatıyorum ?
erkek - ... hiç bişey anlamadım selma ?! öteki kim ya ? seviştiler deli gibi işte ? sen daha ne anlatıyon ki? Araba da 220 ile gitti bi ara gördüm ben...
kız – neyse Nevzat... Ali Desidero sadece bir şarkıdır hayatım... iyi günler...
erkek – sana da hayatım : ))))) ( neyse geri döndü bana sanırım... hayatım dedi bana... canım benim ... )

GÖTÜ YERE YAKINDAN KORKACAN!


Şimdi efendim yeni başlayan bu yazı dizimizde kültürümüze eleştirel bi yaklaşım sergileyeceğiz ve böylece bazı değerlerimizi de hem hatırlayacağız hem de yitirmeyeceğiz. Açık açık konuşup tartışacağız. Gelenek göreneklerimize, atasözlerimize, imeceye, folklörümüze, Şark köşemize tarafsızca saldıracağız. Gerektiğinde ağır yaralanıp ağlayacağız, gerektiğinde keyf içinde halaya duracağız, ak göt kara göt ortaya çıkacak. İnşallah bizim göt beyas çıkmasın : (

Bugün “Götü yere yakından korkacan arkadaş!” adlı atasözümüzü inceleyeceğiz. Şimdi bu laf bana sorarsanız son derece garip bi laf. Hepimiz de büyük bi rahatlıkla önümüze gelene söylüyoruz gevrek gevrek. Bu ne rahatlık lan? 2 santim uzunsun diye, ata diye nedir yani? “Götü yere yakın” kişi ne demektir? Kısa boylu demektir. Çünkü adam yürüyo böyle sen ona bakıp ölçüp biçiyon ve diyon ki “Evet bu adamın götünün yerden yüksekliği 55 santim felan, demek ki kendisi korkunç bi kimse” Devamında ne diyor atamız? “Korkacan” diyor, işaret ediyor, hedef gösteriyor, götü yere yakından diyor. Şimdi toplayalım atamızın sözünü ;

Yolda yürüyorsunuz ve bu atasözü aklımızdan çıkamıyor. Ürkek ve tedirginiz, göz bebeklerimiz birer felfecir matematik profesörü, durmadan hesap kitap yapıyoruz. ( İmaj olarak Aynştaynın dili dışarıdaki fotoğrafı gibi düşünün tabiyatınızı sonuçta mevzu göt yani) Ve korkmamak için insanların götlerine bakarak yürüyoruz hayat içerisinde. Çünkü eğer götleri yere yakınsa korkup kaçacaz. Şimdi böyle şey olur mu ya? Ne mantıksız bişi. Sırf bu atamız yüzünden korkak Türk erkekleri yolda herkesin götüne baka baka yürüyor yıllardır, yazık ama kimsenin haberi yok bundan. Maganda, maço diye damgalanıyorlar bi de. Olacak şey değil. Feministler de üstümüze geliyo, mor iğne batırıyolar. “Ayı erkekler, hayvanöküzü varlıklar!! Nası da bakıyolar götümüze” diye. Oysa bilmiyolar ki adamlar korkularından bakıyo milletin götüne.

Oysa ki sen madem bakıyosun bi göte, “ufff ne tatlı ass, şeyk that ass biç for me” felan desene, hülyalara dalsana, cinsel devrim yapsana! Neşelensin feministler de. Çünkü devrim neşeli bişiidir ve herkesin neşeli olmayı isteme hakkı vardır. Ama yok, işimiz gücümüz götlerin yerden yüksekliği olmuş bizim! Çünkü ikircikliyiz sırf bu atamız yüzünden, korkalım mı arkadaş mı olalım insanlarla haberimiz yok. Hem ben bu lafı bizim atalarımızdan birinin söylediğini de hiç sanmıyorum olm. Çünkü mantıksız, çünkü neden? Lan neden olacak Türk milletinin boy ortalaması kaç ki, bi söyle bakim? Hele ki bi de ata denen adamın boyunu düşün, bundan nerden baksan 200 yıl önce yaşamıştır kendisi. 200 yıl önce düşün bu halkın boy ortalamasını, genetik yapılanmasını? Evet düşündün mü? Çünkü nerden baksan bizim götler yerden bi 20 santim daha yukarı çıkmıştır son 200 yıldır. Genetik olarak ilerliyoruz lan, Servet-i fünun yani bu boru değil. Şimdi düşün? Nası düşüneceğini mi bulamadın? Lan olm beynindeki genetik, lokal, boy, halklar, Türk klasörlerini açıp karıştırsana? Kesiştirsene bu bilgilerini? Hiç 18 inci yüzyıl Türk götü yüksekliğiyle, 21 inci yüzyıl Türk götü yüksekliği bir olabilir mi? Bi daha düşün. Olamaz!!! Çünkü bizim götümüz kalkmış!

Neyse benim diyeceğim şudur ki Türklerin boyu zaten kısa, hep kısaydı. Bu atasözü de iddia ediyor ki götü yere yakından kork! İnanmıyorum ben böyle bi ataya. Adam bile bile kendisine hakaret eder mi? Etmez. Velev ki demiş, bence bu atamız cüceydi. Çünkü kendini kutsuyor, ürkünç hale getirmeye çalışıyor bi karış boyuyla. Götünün yere yakın olmasını gotik bi hadise şekline getirip milletin ilgisini ve korkusunu kendi üzerinde toplayıp, pompaya pompa demek istemiyor. Korkun benden diyor. Hatta açık konuşalım demek ki bu atamızın sikim kadar boyu var türlü türlü huyu var a dostlar. Bunu bi kenara koyalım bence. Misal bi İsveçli götü nerden baksan yerden 130 santim felan yukardadır. Alman desen undebah. İngiliz götü desen hakeza. Bize gelince göt yüksekliği ortalamamız nerden baksan 60-80 santim civarıdır ve bu yüzyıllardır böyledir. Şimdi bu doneler perspektifinde bizim atamız olacak adam böyle bişi sölemiş olabilir mi? Bu durumda biz hepimiz birbirimizden korkuyoruz! Şimdi açık konuşalım hepimizin götü yere yakın lan!? Bu mu yani şimdi???? hımm bi dakka yalnız, geldiğimiz şu noktada sevgili atamızdan özür diliyoruz çünkü mükemmele çok yakın bi tespit yapmış meğerse yüzyıllar önce. Korkuyoruz lan biz birbirimizden bu topraklarda, götümüz yere yakın lan hepimizin! O yüzden ecnebiler bizden korkuyor barbar Türkler diyolar. Her şey ışıl ışıl oldu bak. Meğerse atamızın sözünü biz yüzeyde incelerken atamız ta suyun dibinden bize gülümsüyormuş. Hayvan gibi bildiği varmış. Vay anasını! Bence bu atamız en az 198 santim boyunda! saygı duyarım o atamıza, ne güzel söylemiş, götü yere yakından korkacan arkadaş! Bu kadar! Bir medeniyetin özeti! O yüzden İstiklal Marşı “Korkma” diye başlıyor ama biz korkuyoruz. Sosyolojinin es verdiği, sözün bittiği yer burası…

Not : Fotoğrafta iş yerindeki tuvalette kendi göt yüksekliğime bakıyorum. Takdir edersiniz ki böyle bi yükseklik kafamı karıştırmış ve kaybolmuşum. Böylesine fiziksel kıstaslara dayalı insan tanımlamalarının sonucu üç aşşa beş yukarı aynıdır, kötü kokar. Faşizm bok kokar...

10 Temmuz 2008 Perşembe

AKILLI BEDÜK


Evet sevgili sayınlarım. Bugünki müzikal konuğumuz Bedük. Kendisini son günlerde severek dinliyoruz. Klipleri de süper. Bedük kapmış minimal cool dans hareketlerini. Bizleri “groove in the heart” dönemlerimize götürdü. Dolayısıyla Bedükle müziği hakkında konuşmaya karar verdik. Amacı ne, gelecekteki planları ne, yeni albüm hazırlıkları mı var ? Evet işte karşınızda Bedük. Benim biraz işim vardı, kendisi ile röportajı Tylercıım yaptı. Here u are...

“Tyler Durden – Evet Bedük...
Bedük – Efendim abi ... : ((((
- Müziklerin güzel. Minimal funky gotik pop... Hoşuma gitti...
- Sağol Tyler abi :(((
- Ancaaaaaaaaaaaaaak!!! Ne lan bu klip!!! Sen benlen taşşak mı geçiyon!!! Azını kırarım senin!!
- Ühü abi senlen nasıl dalga geçeyim? Hastasıyım senin. Bi saygı duruşu o klip sana, bi selam çakma ühühü
- Lan sus! Sikik film eleştirmenleri lafları bana sökmez! Ama iyi kotarmışsın klibi! ahahhahaha (tyler durden kahkahası)
- Abi özür dilerim ühühüüh
- Dileme... söle bakim o şarkıyı. Söylerken de oyna. Hoşuma gitti minimal hareketlerin ordaki. Üç beş arkadaşını da çağır da döveyim ben sen söylerken. Aynı klipteki gibi ha ne dersin? Hatta seni de dövücem hahahhahah
- ühühühü
- Çıkar o gözlüğü de... Çünkü yüzünü duvara sürttürmeyi düşünüyorum...
- ... ühhüüh
- Ver bakim, ben takıcam. Bi de “ilk kural dans edeceksiniz, ikinci kural dans edeceksiniz !!!” diyormuşsun o konserde bu konserde!!! Ne kadar yaratıcı laflar? Bana tanıdık geliyor ha ne dersin space monkey?!!
- Abi işte o da sana saygı duruşu, felsefeni kutsuyoruz orda ühühüh
- Bak akıllı bıdık! Hahhahah güzel oldu ha bu isim akıllı bedük... Neyse! Ne olm orda beni kutsadın şurda beni andın. O zaman koysaydın grubun ismini “fight club” diye. Bedük ne?!
- Soyadım abi o benim ühühüüh
- hahahahahha dur be bedükcüüm sakin ol şaka yaptım! Ağlama lan, gayet iyisiniz olm devam. Hadi söle bakim Tyler abine bi “better than my baby” de havamızı bulalım. Hoşuma gitti ritmik şarkı...
- Söylerim be abi ehehe saol abi hük mük fırk... : )))) bi imza verir misin abi?
- Veririm sen de bana ver...”

Evet sevgili müzik suckerları. Umarım Bedük hakkında her şeyi öğrenmişsinizdir... Bokumu öğrendiniz! Röportaja bak! İşte bu gerzek Tyler ın yapacağı röportaj da bu kadar olur. Bokuma benzemiş. Adama neler etmiş. Pis herif! Yazının isminden kıllanmıştım gerçi. İbne Tyler bi de bana diyo “Bedük de çok beğendi Travisciim yazının ismini hatta o teklif etti. “ Neyse... Kusura bakma Bedükcüüm. Siz de kusura bakmayın müzik saykoları. Bedük hakkında hala ne biliyosanız onu biliyosunuz. Bi tek biraz tırsakmış onu öğrendik, ota boka ağlamış lan adam hahhaha pardon...

Bi dahaki müzik yazımızda görüşmek dileğiyle, esen kalın...

9 Temmuz 2008 Çarşamba

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN...




O gün odamda otururken kendimi Afrika'da, bir ağacın gölgesi altında durmuş, hareketsizce etrafı gözetleyen bi antilop gibi hissettim. Gözlerimi kısmış, uzaklardan Discovery Channel jeepi geliyor mu gelmiyor mu ona bakıyordum. Saçı başı düzeltmiştim. Buzlu pet şişemden su içerken birden irkildim! Neden suyu böyle içtiğimi düşündüm. Komple yanlıştı. Doğadan bi kaçıştı. Pet şişe elimde inanılmaz anlamsız göründü birden. Derhal suyu yere döktüm. Karoların üzerinde süzülen sular bana Afrika savanalarında beliriveren göletleri anımsattı. Uzun süredir susuz kalmış bir antilop gibi suyu dilimle, yerden yalayarak içmeye başladım.

Daha şimdiden serinlemiştim, böylesi çok daha iyiydi. Bi yandan da yırtıcı hayvan saldırılarına karşı etrafı kolaçan ediyordum ürkek hareketlerle. Bazen kıl geliyordu ağzıma ama olsun. Doğa böyleydi. Mutluydum ki anında bu mutluluğun verdiği rahatlık ile bi yırtıcı hayvana yakalanmıştım işte. Bi anlık boşvermişlik yüzünden, boynumdan ısırılmıştım. Çırpındım, antilopça haykırdım. Fakat yırtıcı hayvan beni bırakmıyor kükrüyor, boynumu Yaşar Doğu gibi sıkıyordu. Fakat ben de ergen bi antiloptum, kaslıydım. Tüm gücümle karşı koydum. Nadal ile Federer gibiydik. İnanılmaz bir mücadele sergiliyorduk ki annem bana sarıldı. Wimbledon kupası elimden kayıp gitti. Ağlıyordu. “Anne ne işin var burada? Kaç kurtar kendini!Görmüyor musun yırtıcı hayvanı boynumu ısıran?” dediğim anda yüzüme inanılmaz bi pençe darbesi aldım “Sensin hayvan pis herif!!”. “Baban o yavrum ne yırtıcı hayvanı?” diyen anneme soran gözlerle baktım, şaşkınlıkla??! “Nasıl babam? Beni evlat mı edindiniz? Gerçek annem babam nerede?!!!” diye bağırıp yatağımın üzerine sıçradım, sırtımı duvara verdim. Annem sandığım etobur ağlıyordu ama durum çok garipti. Etobur hayvanların büyüttüğü bi otobur olduğumu öğrenmiştim az evvel. Ne yapacağımı bilmiyordum. Peki beni bunca sene neden yememişlerdi ki? Doğada böle bişey mümkün değildi ki? Aslan her türlü yer ki antilopu niye beslesin büyütsün? Bi dakka!! beni daha da besili hale getirip yemeyi planlıyorlardı, olay bu kadar basitti! Derhal kaslarımı bi kaç kez sıkıp gevşek bıraktım, gözdağı dansımı bitirip, haykırdım “ Henüz yeterince kilo almadım beni şimdi yemeyin bence!!!” “Oğlum ne diyosun niye yiyelim seni? Ühühüh...” dedi annem. “Bakın bırakın beni biraz besleneyim bence çünkü şu an için Elvan Abeylegese gibiyim. Bi deri bi kemiğim. Anca koşarım. Keşke de bi sürü yemek olsa da yesem. Lop lop et olsam Hımmmm bi kurt gibi açım!!!” diyerek dilimi ağzımdan çıkarıp, üst dudağımda bi tur attırdıktan sonra içeri çektim. Yanaklarımı şişirip, lezzetli taklidi yaptım. Bu anlamlı ve mantıklı teklifim sanırım onları biraz sakinleştirmişti. Babam olduğu iddia edilen etobur sözlerime hak vermiş olacak ki kafasını sağa sola sallayarak sessizce odadan çıktı, bacaklarıma, kollarıma, en son da yüzüme dikkatlice baktıktan sonra. Yalnız tam bu sırada, burnumun ucunda aşağı düşmek için bir süredir biriken ter damlası artık inanılmaz bi boyuta ulaşmıştı. Titreşe titreşe sallanıyordu. Burnumun ucu korkunç kaşınmıştı. Düşecekse düşseydi artık! Baktım düşmüyor, dilimle bir bukalemun gibi kavrayıp, aldım onu ordan. Çok susamıştım. Hava çok sıcaktı, hava inanılmaz sıcaktı. Zidane gibi terliyordum. Annem pet şişeyi bana uzattı. Aldım içtim lıkır lıkır. Şişenin geri kalanını da kafama döktüm. Çok iyi gelmişti. Annem “Hadi in oğlum oradan. Bakkala gitsin diyor baban.” dedi. “Kendime de rulokat alırım ama!!” dedim. Annem gülümsedi. “Al yavrum al “ dedi.

Eve girerken ilk paket rulokatım bitmiş ikinci paketimi açmıştım. Litrelik kolamı tam açıyordum ki babam “ Lan hayvan herif nerde sigara ekmek? Onlar ne???” dedi. Elimde litrelik kolam, 8 paket rulo katım öylece kalakalmıştım. Sorunun şiddetinden lastiği gevşek aşörtmenim belimden sıyrılmaya başlamıştı. Her iki elim de dolu olduğundan, bi bacağımı yukarı kaldırıp, kıçımı da arkaya doğru itip, minimal peristaltik hareketlerle aşortmenimi yukarı çektim. Babamın gözleri birer araba farı bense bi tavşandım. Zaman donmuştu. Start hakemi emrine girmiş bi pentatloncu gibiydim. Babamın ilk hamlesi ile start verilmiş yarış başlamıştı. Rulo katları ağzıma sokuşturmaya çalıştım, kolayı da fondiplemeye çalıştım. Bi yandan da koridora doğru koşuyordum. Derhal odama dalıp kapıyı kilitledim. Babamın bağırışlarına, annemin ağlamalarına aldırmayıp rulo katlarımın hepsini açtım. Kırıp kırıp yere attım hepsini, tavuklar gibi horozlar gibi yedim hepsini...

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Sauron özelinden Yüzüklerin Efendisi'nin gerçek yüzü!!!



Evet sevgili internet duayenleri. Bilen bilir Sauronu, hayvanöküzü gibi bişeydir. Mordor ana yurdudur. Herkesin ruhuna korku üfler. Orta Dünyanın nice koç yiğitleri adını duydu muydu benim bi iş vardı deyip kaçar. Gılıncıyla bi koydu mu 55 askerin kolu bacaa kopar. Fakat konunun aslı nedir? Kimdir bu Sauron? Gelin peşimden...

Evet iddia ediyorum Sauron aslen evde kalmış bi kızdır!! Evet yanlış duymadınız, O yüzden aklı fikri yüzükte hep. Tek taş peşinde. Ayı gibi kıskanç gözleriyle Orta Dünyanın gözde bekarlarını gözetler Barad Dur'dan. Yüzük ister onlardan.

Geçmişine bakacak olursak mevzuların, Sauron evlilik hülyalarına dalmış, standart, hırslı, onun bunun arkasından iş çeviren bi genç kızmış. Bu kıskanç ve hırslı yapısı nedeniyle mahallede pek sevmezlermiş onu. Günlerden bir gün gelip istemişler bunu. Ailesi de vermiş. Söz takılmış aralarında. Fakat bi süre sonra sözlüsü ile oynaşırken sözlüsü bunun bakire olmadığını anlar. (bakire olduğu ortaya çıkacak şekilde oynaşıyor Saurona bak sen. Kim bilir nası oynaşıyor?!) Sauron un sözlüsü, söz yüzüğünü fırlatır atar. (Smeagol o yüzüğü bulur nehirde işte. Gerisini biliyorsunuz güya) Sözlüsü bunu terk eder. Sauron cozutur orada. O travmayı asla atlatamaz. o yüzüğü hiç unutamaz. Daha sonra nişanlandığı gençleri hırslı yapısıyla öldürür. Bana onu al, bana bunu al, bak hilmi beyler gelinlerine 35 tane adana burma almış bana da al diye. Kredi ile ev al üstüme yap diye diye. Adamlar kredi kartları borçlarını bir türlü ödeyemez ve faizlerle katlanan meblağ büyüdükçe tek çare intiharı görürler. Fakat yine de gönülleri Sauronda kalmıştır. Ayrılamazlar etrafından. Biz onları Nazgul ya da Yüzük tayfları diye biliriz. Uruk Hailer ise Sauronun teyzelerinin oğulları, amcasının oğulları, dayı kızları, belalı hısım akrabalarıdır. Düşman başına böle eltiler, bacanaklar. Orklar ise sülalesi. Gandalf aslında bu anlattıklarımı çok iyi biliyo piç ama bize sölemiyo. O yüzden Frodo ile Sam e verdi yüzüğü götürsünler Sauron kevaşesine diye, Mordora. Yoksa kendi ya da Aragorn felan götürse hayatta kurtulamazlardı Sauron un elinden. Anında üstlerine atlar ve onlarla evlenmeye çalışırdı. Oysa Frodo ve Sam Sauronun kovuklarını dolduramazlar zaten. Onun rahatlığı var Gandalfta. Dikkat edin Elflerin en büyüğü Elrond bile nası tırsıyo Mordordan, gitmiyo. Niye gitmiyo? Biliyo çünkü Sauron kaltağının azgınlığını. Gençken öpüşmüşler. Ama Sauron anında el atmış malafata Elrondun. Romantik bir yapıya sahip Elrond ise ürker ve erken boşalır. Bu aktif ve azgın kız beni yer lan diye tırsar ve bi daha da Mordor'a hayatta gitmez. Saruman da aslında Sauronun belalısı. Aşık Saurona ama gariptir Sauron bi türlü Saruman ın aşkına cevap vermemiştir. Olaylar gelişemez. Bunca erkek delisi olan Sauron un neden Sarumanı beğenmediği ise kitabın en büyük muammasıdır bana kalırsa. Sanatı yok, eli bi iş tutmuyor diye olabilir. Ya da açık konuşalım Sarumanın alet edevat büyüklüğü tatmin etmemiş olabilir Sauron yosmasını. Sanırım tüm bu anlattıklarımdan sonra güya Sauronun bi bedeni olmayışı safsatasının ne zavallı bi yalan olduğunu anlamışsınızdır. Evet o yüzden zırhla geziyo ortamlarda. Hiç bi yeri görükmüyo. Adeta türbanlı. İffetine düşkün olduğundan mı? Kesinlikle hayır. Savaşa, er meydanlarına çıkıyor ki kendine cillop erkek bulacak. Kendine erkek bakıyor oralarda. Beğenmediklerine de vuruyor gılıncı. Aslında Arathorn u hayvan gibi beğenmişti ve onla konuşmaya, gerçekleri anlatmaya karar vermişti. Gel bu hayat yolunda beraber yürüyelim diyecekti ve elini uzattı ona ama Arathorn hop kesti parmaklarını. Aşkına karşılık bulamayan, sinirden deliye dönen Sauron da hasetinden çat diye çatlayıp sırra kadem bastı oracıkta.

Neyse konu kısaca bu olm işte, doneler ortada. Sauronun aslında ne mal olduğunu sizlere açıkladım, gösterttim size Vehbi'nin kerrakesini. Bundan böyle umarım Yüzüklerin Efendisi mevzuna daha doğru bi açıdan bakarsınız. Zira insanlar hiç bu denli kandırılmamıştı, gönlüm razı gelmedi ve sizi aydınlattım. Bozdum oyunlarını bu tarihi çarpıtan, bin türlü yalanla bizleri uyutmaya çalışanların! Tolkien akıllı olsun!!! Bye for now...

Müzikte sözün bittiği yerler


Musiki konusuna ne zaman geleceğim diye ben de çok bekledim ama fazla sürmedi sevgili sayınlar. Çünkü müzik benim kanımda var. Yazmadan edemem. Dolayısıyla sizlere bugün bi eski dostun plağını tanıtıcam. Ünlü karatecimiz Sevgili Bekir Güneş’in “Aşkımızın bedeli” adlı saykodelik çalışması.

Evet öncelikle gelin hep beraber şarkı listesine bi göz atalım bu mühim çalışmanın :

A Yüzü:

Aşkımızın bedeli
Sensiz günler
Çiz duvara
Git onun ol

B yüzü :

Yanımdaydın duydum
Beni bana geri verin
Sevmeseydim ne yapardım
Gönül fukarası
Bekar odam


Evet sevgili internet duayenleri ve müzik dilencileri! Böylesine bi track liste kayıtsız kalınabilir mi? Kalamadım. Ama her şeyden evvel plak kapağını incelemeye davet ediyorum sizleri. Şarkılara daha sonra gelelim.

Bi kere Bekir abi işine çok saygılı. Saçını fırça ile nerden baksan en az 4 saat geriye taramış. Bu çok belli. Kulakları da belli. Çıkmış alttan. Karateci de olduğundan o kafayla istese 85 kiremiti kırar. Saç sakal ise sinek kaydı. Yoksa istese Bekir Abi 1 günlük sakalını kesmese sen getir Hattori Hanzo kılıcını bileyle o sakallarda, yüzünde. Öylesine semsert. Kırmızı diye tabir edilen renklere bürünmüş karate mintanının üst kısmında, göbeğe inen degaje ile hasımlarına korku salmış. Kıllı ve organik bi yüreği var Bekir abinin. Korkunun esamesi okunamaz bu tip bi göğüste. Karateci pantolonunun sağ bacağı biraz saçaklanmış. Ama olur o kadar. İnsan hem karateci hem müzisyen olunca tabidir ki dış görünümüne önem verecek vakitleri yaratamıyor kendisine. Ve dikkat edin siyah kuşak Bekir Abi. Bi de biraz daha dikkat edin Bekir abinin punkçı olduğunu anlayacaksınız çünkü siyah kuşak diye bağladığı şey bir kravat. Evet yanlış görmediniz siyah bi kravat!!! Bu ne mühim bi mesaj?! Bugün ülkemizde benim diyen anarşistin bile aklına gelemez bu tip bi yapıbozum. Plak kapağı hakkında söylenecek tek şey ; “Yüreğine sağlık Bekir Abi!”

Şimdi de şarkılara gelelim. Son derece romantik bi giriş yapılmış albüme “Aşkımızın bedeli” adlı parça ile. Lakin hüzün gecikmemiş. “Sensiz günler” adlı parça ile anlıyoruz ki Bekir abi nin manitası gitmiş. Ve “Çiz duvara adlı parça ile Bekir abinin nekahat günlerini odasında yalnız geçirdiğini anlıyoruz. Ve A yüzünü Bekir Abi nin artık bu ayrılığı kabullenişi ile finallendiriyoruz “Git onun ol” diyor eski sevgilisine Bekir Abi. Allahsız karı seni be!! Nası bıraktın gittin Bekir Abiyi!!! Neyse B yüzüne geçtiğimizde Bekir Abinin hafiften tırlattığını görebiliyoruz. Ayrılık acı koymuş ve halüsinasyonlar görmeye başlamış. Manitayı odasında görüyo felan. “Yanımdaydın duydum” adlı parçası hafif şizofrenik paranoyaklık kokuyor. Ve akabinde “beni bana geri verin” diye haykırıyor Bekir Abi haklı olarak. Eski Bekiri özlüyor. “Sevmeseydim ne yapardım” adlı parçası ile artık eski sevgilisi ile olan hesabını kapattığını, iç hesaplaşmasını bitirdiğini ve hayata yeniden başlamak istediğini belirtiyor. Helal sana be Bekir abi!!! Ve “Gönül fukarası” adlı eseri ile de alenen genç kızlara göz kırpıyor, boştayım mesajını veriyor. Ve artık Bekir Abi albümün son parçası ile açıkça mesajını veriyor. Çünkü şarkının adı ”Bekar odam” Sözün bittiği yer işte burası! İnsanın burnuna ter kokulu, netameli ve loş bir oda geliyor. Odanın ortasında ise Bekir Abi yere bacakları ayırıp oturmuş size bakıyor!

İşte böyle sevgili müzik tutkunları. Sevgili Bekir Güneş’in albümünü incelediğimiz bu sayımız sona erdi. Umarım aydınlatıcı olmuştur. Bir dahaki müzik yazılarımızda görüşmek dileği ile esen kalınız. Yazımızı creepy bitirmek en hayırlısı olacak. Bekir Abi den gelsin o zaman. “Bekar odam!” … : ((((

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Merhaba sevgili ve bazı dış mihraklar!


Sevgili internet duayenleri. Takdir edersiniz ki siberuzay bi ton insanla dolu. Herkes bi çeşit. Blogumun elit ve steril ortamını muhafaza etmek anlamında siz değerli ziyaretçilerimin ne mal olduğunuzu bilmem lazım. Hırlısı var, hackerı var, kıskancı var, arkadaş olma delisi var. Bunları ayırt etmem lazım. Sizlerin sadece okumaya meraklı aç kurtlar olduğunuzu anlamam gerekiyor. Ve gerektiğinde bana latif övgüler düzerek yorumlar yapmanız da gerekiyor. Çünkü bilirsiniz “Marifet iltifata tabidir”. bunları bilenler bilmeyenlerin kulaklarına fısıldayıp kulak memelerini dillesinler. İşte bunları ortaya çıkarmak adına sizlere küçük bi test hazırladım. Lütfen biraz vakit ayırın. Karakterinizi ölçücem. Ağabey bi mendil alsana ühühü lan sen kimsin?? hadi be abi. Annem ssk da ameliyat oluyor şu an, babam emekli sandığının içinde : (( ühühüh lan burada da mı be!!! ühühüüh Kardeşlerim ninja turtle oldu abi. Lağımlarda yaşıyoruz. Açız : ((( lan git!!!! Almıcam! spam mıdır nedir! Neyse karakter testimiz başladı, süreniz de başladı. Karakteri güçlü olan kazansın.

Bi motosikletlen hıphızlı giderken yoldan geçen birisi sizi ittirip yere düşürdü. ne yaparsanız?
a ) motorun parasını isterim
b ) ölü taklidi yaparım
c ) hiç biri
d ) ananı sikim deyip kaçarım

Pokerde blöf yaptınız ve birisi rest dedi. ne yaparsınız?
a ) masayı da devirmek sureti ile bayılırım. kağıtlar da karışıp, yere düşer, yırtarım
b ) hayatta bayılmam
c ) ehe derim sıçtık
d ) restine rest amına koyim derim!




Deniz kenarında uzanmışsınız. bir kız sizi kesiyor. ne yaparsınız ?
a) ne bakıyon derim.
b) ben de onu keserim, kaslarımı sıkarım
c) amuda kalkıp, denize yürürüm ellerimin üzerinde
d) onu düşünüp hayallere dalarım



Şu ana kadarki cevaplarınızdan memnun musunuz?
a) değilim zira karakterim değişti ilk sorudan beri
b) hepsini doğru işaretlediğime inanıyorum
c) sikimde bile değil
d) şu ana kadar tüm soruları boş bıraktım


Acaip sarhoşsunuz diyelim. taksiye binmeniz lazım. gündüz açtırır mısınız?
a) kesin
b) ne bilim amına koyim sarhoşum zaten
c) soru eksik. belki gündüz sarhoş olmuşumdur ?
d) portal açarım , ordan giderim eve ( aşırı sarhoşum)

Diyelim bi otorite ile karşılaştınız. ilk tepkiniz ne olur?
a) itaat edip, boyun eğerim
b) tek yol devrim deyip üzerine yürürüm
c) yolumu değiştiririm
d) elimi omzuna atıp “omuz omuzaaaaaaa omuz omuzaaaaa” diye tezahürata girerim

Bir psikologa gittiniz ve hatun inanılmaz güzel çıktı. ne yaparsınız ?

a) paramı geri isterim

b) ben deli değilim diye ağlarım

c) kesişirim
d) şaka yaptım derim. sex makinası olduğumu iddia ederim


Bir sinema salonunda film izlerken elektrikler kesildi ne yaparsın ?
a) yuh amına koyim deyip sisteme küfür ederim
b) gözlerimi kapatıp hayaller kurarım. Zengin olsam neler yapacağımı planlarım
c) ayakkabılarımı çıkarıp ön koltuğa uzatırım, sigara yakarım. teşrifatçıyı çağırıp azarlarım, kebap isterim
d) neşemi kaybetmem, yanımdakilere espriler yaparım, çıkışta bi yerlere içmeye gidelim mi derim.


Bir maskeli baloya gittiniz ve maskeniz hayvan gibi terletiyor. ne yaparsınız ?
a) hayvan gibi terlerim
b) çok hızlı bi şekilde maskemi çıkarıp kafama su döküp geri takarım
c) hadi beyler maskeleri çıkarıyoruz. biii kiii üüüüüç çekerim ortama
d) maskeli balolara karşıyım


Bir mecliste bir hemcinsin fıkra anlatıyor. ne yaparsın?
a) anıra anıra gülerim
b) ben biliyom o fıkrayı diye araya girip anlattırmam
c) dinlemiyormuş gibi yaparım, yanımdakine başka bi fıkra anlatmaya başlarım
d) fıkra anlatacaksak ben gidiim derim


Bir kitap okudunuz ve hayatınız değişti . ne yaparsınız ?
a) vay amına koyim derim
b) hayatımı tanınmaz halde bulurum
c) kitabın yazarını bulup, döverim
d) kitabı bi daha okurum yine değişirim

Cevap anahtarı :

- istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?" = malın önde gidenisin
- a ağırlıklı eşit ortalama = piçin tekisin
- b si az c si çok = mazlumsun
- c si çok a ve b eşit = çok cabbarsın
- c 3 tane b 2 tane = sinsi gibisin
- b + 3c -4a = ?? (seninle başım dertte, çözemedim ben seni)
- ayşe hatun önal gibi misin? : ))))))))) (bloguma hep gel)
- cevapları kaydırdım diyenler = hakkı bulut un 3 yaşındaki kardeşisin
- kiloluyum = ben de kiloluyum
- elektrikler kesildi dün akşam çalışamadım = terminatörsün, androidsin, gelebilirsin

Not : Evet şu an hazırım. ne kadar hazır olduğumu görün diye vesikalık çektirdim bak. hepinizin komputer kablolarınızı kafama bağladım. başladım downloada. riya olmasın!!! test sonuçlarını bana bildirin. Ona göre ben de sizin bloguma her zaman gelebileceğinizi söylerim ya da baktım karakterin tırt çıkmış bloklarım seni. İgnore ederim. Yorumlarını çöpe atarım hep. Ama sakın hilekarlık yapmayın anında anlarım. ikiyüzlü bi adam çıktıysan eğer test sonucunda kendini bana bonkör ve yardımseverim diye tanıtma sakın. En gıcık olduğum şey. Ürkek ve naif olun karşımda. Hepinizin sınav sonuçları elimde sinirlendirmeyin beni yoksa karakterlerinizi Amerikaya satarım!!!

4 Temmuz 2008 Cuma

Sigara yasağı ve değişen yaşam alışkanlıklarımız





Sevgili internet duayenleri, geçen sabah, bizim mahallede gençleri konuşurken duydum :

-laaaaan! Sarıı! Yürü lan hadi geç kalıyoruz sabah sigarasına...
-ya olm siz gidin ben öğle sigarasına yetişirim...

Bu nası bi sohbet lan diye düşündüm. Hiç bişey anlamadım. Dedim gençlik sektörü ile artık aramda inanılmaz kopukluklar var. 2 gün bu konuyu düşünüp gizli gizli ağladım balkonda. Ama 3 üncü günün sabahı aynı gençleri görünce derhal ayakkabımın bağı çözülmüş gibi yapıp yere oturdum sokakta, başladım dinlemeye bunları.

-Ya olm sikerim bak o kızıl saçlı benim ha!
-Yarramı senin! Karı sabah sigarasını beni görmeden yakmıyor lan! Bunu bütün Esentepe biliyor !
-Lan git! Neyse abi konuşturma beni. Hatunlar iniyordur şimdi sabah sigaralarını içmeye! Hadi eyvallah!
- amına kodumun salağı ya! Neyse ben de bugün maslak plazalarında takılayım...bu ibneyle karşılaşmak istemiyorum...

???? Oha! Duyduklarıma inanamadım bir süre. Ayakkabımı 5 inci kez bağlayıp çözdükten sonra 6 ıncı kez bağlayıp ayağa kalktım. Adamlar plaza diplerine, iş yeri önleri, altlarına gezmeye, karı kız kesmeye gider olmuşlar. Mahallem global dünya karşısında bu kadar direnebilmiş demek ki. imece, yardımlaşma rafa kalkmış karı kız kesme turları başlamıştı. Bu encuk beyinlilere iş bulsan uyanmazlar bu saatte ama adamlar karı kız görecem diye saat kurup sabahın köründe yola çıkıyolar olacak şey değil. Yukarıdaki resimde plaza altlarında bekleşen gençlerimizi görebiliriz. Karı kız kesmek hiç bu kadar zor olmamıştı...

Peki ya benim değişen hayat alışkanlıklarım ne olacak? Şu halime bak! Sigara yasağı beni ne hale getirdi. Geceleri gizli gizli balkonlarda ağlıyorum, sokaklarda yerlere oturuyorum, sinsi gibi gençleri dinliyorum, içimden küfürler ediyorum onlara, ayakkabılarımın bağcıklarını bağlıyorum çözüyorum bağlıyorum çözüyorum obsesifler gibi. Neyse ki patron şirketiyim. Sigara yasağı beni çok da bağlamadı. Hala içiyorum. Kimse karışamaz!!! çünkü home ofisim!

Gelecek hafta : Asansörlerde çay kahve keyfi

3 Temmuz 2008 Perşembe

Yabancı el sendromu nun bilinmeyen yönleri...


Aslen herkes bilir ama bilmemezlikten gelir. Yabancı el sendromu ergenliğe tekabül eder. Öyle büyütecek bir hadise değildir. Organıyla tatlı dakikalar yaşayan ergen bir süre sonra sıkılır bu biteviyelikten. Elleri değiştirir bazen elsiz kolsuz yapar sehpaya vura vura. sonra Yeni arayışlara girer ki bizim bi arkadaş kavuna girmişti en son. Neyse ergen misal sol elini kullanıyorsa mevzubahis ilişkiler için derhal sol elinin üzerine oturuyor bir süre. Yeterli süre geçtikten sonra sol el artık hissizleşiyor. Derhal banyoya gidip musluğu açan ergen, yabancı bi el gibi sol elini kullanıyor. Gözünü de kapatıyor ki adeta birileri organını okşuyor sanıyor içinden. işte buna ergen dünyasında “yabancı el sendromu” deniyor. Oysa psikologlara sorsan abuk subuk corpus callosum felan derler. illa kendilerini önemli yapacaklar. Lob felan. Yemezler. hoşçakal psikoloji dünyası! Yine gelicem!!!

not : bak dikkat et resimdeki ergen de sağ elini kullanıyor demek ki çünkü şu an sağ eli kayıp. Onun üzerine oturmuş. Hatta bu tam piç çünkü sol gözünü de kapatmış ki "yabancı göz sendromu"nu da yaşatacak kendisine aynı zamanda. Sol gözüyle bi bakacak başkası gibi görecek böle. Rönte yatacak. Haykırarak boşalacak. Ergenlik sektörünü anlamak güç...