26 Eylül 2008 Cuma

ÖMER ÇELAKIL VE HAKTAN AKDOĞAN AYNI KİŞİDİR! BELKİ DE YOKLAR!



Evet sevgili internet duayenleri. Dün gece birdenbirde beynimi aydınlatan bir durum yaşadım. Yıllardır Haktan Ağabeyi de Ömer kardeşimi de ilgiyle dinler, dikkatle not alırım. Her ikisi de garip garip konuşurak bizi bir bilinmeyenden kurtarıp sevindirirken, binlerce bilinemezle başbaşa bırakarak üzüntülere gark ederler. Her ikisi de çeşitli konular hakkındaki sırları ve şifreleri ifşa ederler. Ben de yerimde duramadım onların şifresini çözdüm! Her ikisine de saygım sonsuzdur. Fakat dün gece anladım ki onlar aynı kişi!!! Evet ! Şu an için o kişinin ismini bilmiyorum fakat onu da bulacam! Şimdi bulgumun detaylarına geçip anlatımımı güçlendiricem.



İlk hipotezimi açıyorum. Bence Ömer Çelakıl diye biri yok. Hepimiz biliyoruz ki sevgili Ömer Çelakıl'ın saçları çok grotesk ama öle böle diil yani. Glam rock zamanlarında yaşasa adama tapınırlardı o saçlarla. David Bowie gelip kulak memesini emmeye çalışabilirdi ve bence o saç değil peruk! Haktan Akdoğan peruk takıyor ve Ömer oluyor. Konuşuyo felan. Kuranda Garanti Bankası ATM kartımın şifresini buldum! İnanılmaz! diyor. Bi kere ses tonlarını düşünün tıpa tıp aynısı! Sadece Haktan ağabey Ömer karakterine büründüğünde kaşında gözünde felan çeşitli tikler yapıyor ve hakkaten de başarılı.





Şimdi de dördüncü hipotezimi açıklıyorum. (Sırayla mı açıklamak zorundayım amına koyim!!) Bu hipotezimde ise ne Ömer Çelakıl ne de Haktan Akdoğan diye biri yok diyorum. Kimse yok! Orda bi adam var, adamın içi dapdar, beyni başı patlar ve kendinden geçer. Kendinden geçtikçe ne yapacağını bilemez. UFO lar ve Kurana ilgisi büyüktür lakin bu ikisini aynı ortamlarda tartışamamakta ve canı çok sıkılmaktadır. Kah kahvede Kuran bilgilerini konuşabilir kah da UFO bilgilerini Uzay bilimleri akademisinin proflarıyla. Hayatı ikiye bölünmüş gibidir. Kahvede UFO konusunu açsa millet götüyle gülmekte, camide namaz çıkışı Rosewell olayını saklıyolar bence diyip kimseden reaksiyon alamamaktadır, Profesörlere Kuran şifreleri konularını açsa şeriatçı diye damgalanmaktaydı ve bu dahiyane çözümü bulur! Gidip Tarlabaşından garip, kalın telli bi peruk satın alır. Garip peruğu kafasına geçirdiği ilk an karakterin adını koyar “Ömer Çalıkıl” Fakat Kurandaki şifreleri ifşa edeceğinden, insanların aklını çeleceğinden soyadını “Çelakıl” olarak upgrade eder. UFO larla ilgili yeni bulgulara ulaştığı ve bunları insanlarla paylaşmak istediğindeyse çalı kılından peruğunu çıkarıp gözlük takar ve topuklu giyer. Çünkü boyu uzun olsun ister haktan karakterinin. SİRİUSa gidip tükkanı açar. Artık rahat rahat her yerde her iki konuyu da konuşabilmektedir çünkü kimse onu tanımamaktadır. Sonuçta onların tanıdığı kişiler aslen yoktur.




Şimdi ikinci hipotezimi açıklıyorum. Aslında Ömer Çelakıl diye biri yok ama saçı var ve gerçek. Haktan Akdoğan bakmış saçları uzayınca çok garip oluyor, mahalle baskısı görüyor bu baskıdan kaçmanın en kolay yolu olan olan Kurana yöneliyor, Ömer karakterini yaratarak saçlarını dilediğince uzun kullanabiliyor. Herkes de ona büyük saygı duyuyor mahallede ezbere biliyo diye Kuranı. Saçına kimse lakaplar takmıyor. Uzaylılarla rahatlıkla Kurandaki şifreleri tartışıyor.






Şimdi üçüncü hipotezimi açıklıyorum. Bence Haktan Akdoğan diye biri yok. Ömer Çelakıl arada sırada bu Kuran şifrelerinden ve sırlarından sıkılıyor ama en çok da saçından sıkılıp Haktan Akdoğan oluyor. Saçını kestirip topuklu giyiyor. UFO lar gelip gidiyor kimsenin taktığı yok felan diye itiraz ediyor ortamlara. Üç tip uzaylı vardır diyo. The good the bad and the ugly!!! Fiziksel özelliklerinden felan bahsediyor.






İşte bu kadar bence. Mesela siz hiç Ömer Çelakıl ile Haktan Akdoğanı aynı zaman dilimlerinde gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü artık nedenini biliyorsunuz. Ya da belki Haktan Akdoğan bir uzaylı, Ömer Çelakıl da uzaylının teknolojik yapay zekasıdır, hologramik şifre kırıcısıdır kim bilir. Saçlar error bölgesi. Neyse siz anladınız ne demek istediğimi. ???? İsme bakın !!! “Hak”tan! Bak son anda yeni bi şifre daha çözdüm. Bence ben Ömer Çelakılım!!! ... : ((( Neyse epey yordum sizi. Ben de yoruldum. Acaba hiç el atmamam gereken kara bir büyüye bulaşmış olabilir miyim? Beynim zonkluyor. İşte bu ürkütücü. Artık gidip bi çay içip sakinleşelim hep beraber. Tein. Gerçi Kuranı okursanız bu yazdıklarımın da olduğunu göreceksiniz zaten. Yeterince okursanız her şeyi bulabilirsiniz Kuranın içinde. Netameli günler dileriz...


25 Eylül 2008 Perşembe

İSTESEM DÜŞÜNCELERİNİZİ DOWNLOAD EDERİM! KİMSE KARIŞAMAZ!!!




Eveeeet! İşte sizlere söz verdiğim üzere S.H.İ.T. adlı procemden sonra “Düşünce TV” adlı bi projemden yola çıktım fakat bi baktım çok daha ileri teknolojileri yakaladım ve hiç ürkmedim geldiğim noktadan çünkü bilim ilerlemek içindir. Gerçi bu geldiğim nokta teknolojinin, internetin varacağı son nokta, hayınlıkta sınır tanımamak olarak adlandırılabilir fakat ünlü Türk bilim adamı Sinan Özen’in de dediği gibi Muhayyileye gem vurulmaz, vurulmaaaaaaz vurulmazzzzzzz vurulmaaaaaaaaaaaz! Camdan camaaa ooo camdan camaaa oooo. Neyse proceme direk geçiş yapalım. Procem kısaca insanların beynindeki fikirleri download etmek! Ve evet bu aparatı yapacam! Download machine! Human flesh!


Düşün bak ünlü bi yönetmen adam daha yeni projesini düşünüyor odasında ama ben lak indiriyorum kafasından filmini izliyorum. Yönetmen çaresizce inliyor, rezil oluyor. Yaratım sancısı bile çekemiyor. İstanbul trafiğinde kalmış otobüs şoförü gibi katatonik bakıyor. Fikir kalmıyor beyninde. Emiyorum adamın kafasından sahneleri birer birer ve hatta filmi ben çektim diye hava atıyorum Oscar jürisine. para istiyorum. Çeşitli kadınlara yönetmen gibi adamım gelin geçin yatağımdan derim. Sonra misal bu yönetmen internete girip filmi indirip bi izliyo ki kendi filmi. “Lan diyo bu nasıl iş? Bu film benim filmim ama ben çekmedim” Evet yarram! Çünkü ben çektim! Suçlayıcı piç! Ben de hemen onu tutuklatıyorum. Adama bak! Emeğimi çalıp, internetten indirip izliyo beleş derim. Hapishaneye girer yönetmen. Metalikayla kanka olurum.



Şimdi bu fikir downloadı bence korsana girmez! Korsana girmez çünkü ortada daha orijinali yok filmin. Sonuçta emek vermişim ortaya iyi kötü bi film çıkarmışım. Yanlış düşündüğümü sanmıyorum hatta baya güzel düşünüyorum fakat teknolojik açıdan zayıfım. Low tech bi insan oluşum teorimi pratiğe döndürmemi engelliyor. Adamın beynindeki elektriksel iletileri torrente nası döndürecem onu bilmiyom? Net limiter da yüklerim adama böylece benim fikirlerimi de alamaz. Ya da alsın lan biraz 3kb ile sınırlarım uploadı. Cd sokarım herife. Hayallerle yaşıyorum bazı ibneler gibi ama procem güzel. Hekır arakdaşlardan yardım bekliyorum pratik bazında.



( Yalnız bu procemde vermek istediğim asıl mesaj, sanal gidişat iyi değil. Düşünsene şu anlattıklarımı? Hem de ben bi tek msn kullanmasını biliyorum bi de çet etmesini. Bunca cehaletle bile korkunç şeyler anlatabiliyor, hayal edebiliyorum. Sanallık demek ki beni bile ne hale getirmiş! Kendimi ne sanıyorum kimbilir! Hatta daha da düşünsene kerli ferli adamlar gidip Feysbukdan yıllardır görmediği ve belki de hiç tanımadığı ilkokul arkadaşlarını bulup seviniyo! Lan bi kere sen tanımadığın adamları bulup neye seviniyon? 7 yaşında bi insan diğer bir 7 yaşında insanı nası tanısın zaten? ki 7 yaşında insanlara biz ne deriz bilirsin. Çocuk! Çocuk dediğin senden çocuk çıkartır der haddini bilmez çocuklar! Konuşma lan! Odana git! Oynama gülme elleme. Sinirlendirme altını bağlarım bak! Ensene bi tokat. Kulak memenden tutup inletirim seni oracıkta!!! Sen kimsin ki 7 yaşında? Bi de 7 yaş hayatının peşine düşmüşün. Bulduklarına bi bak. Olsa olsa altına sıçtığını bilirsin yahut en sevdiği kokulu silgisi ne renk felan. Ne alaka seviniyon bu adamı bulduğuna? Adam senin burnundan sürekli sallanan, arada bi burnuna geri çektiğin, bi müddet sonra gerisin geri aşşa tekrar sallanan yeşil sümüğünü hatırlıyor lan neye seviniyon! Ben olsam kaçıp saklanırım bunla karşılaşsam.


Yahut diyelim kadınsın. Gittin buldun ilkokuldaki arkadaşını. Bi baktın hatun mükemmele çok yakın olmuş. 14 santimlik burnu olmuş mu sana fındık! Gözler mavi. Yüzü dümbelek gibi botokslu. Basenler direk 90! Taş! Layposakşın! Çantaları Prada, fotolar Pragda!. Derhal kendinden tiksinirsin. Ne sikime derman oldu şimdi bu Feysbuk? Durduk yerde dert sahibi oldun, kendinden, hayatından tiksindin bak. Şeytan diyo git saçını çek kızların saçlarına tükür, ellerinden gazozla simidini çal kaç! İnternet nereye gidiyor! Misal facebook. Lan şu hale bak 500 bin kişi olmuş orda. Misal hep beraber bi yere gidip su içseler çeşmeden çölleşme olabilir orada yahut aynı anda sigara yaksalar global ısınır dünya. Olacak şey değil. Ya da misal düşün hep beraber gidip kebapçıya oturup 1,5 adana istediler, lan adamlar nasıl yapsın 750 bin kişilik Adana? Salatasına bile 30 hektar domates lazım. Hep beraber borsaya girip sonra birden çıksalar ekonomi çöker. Her bir ilkokul kankası bana 1 YTL verse zengin olabilirim!! Hem de düşün bak sadece 1 YTL? : ))) Neyse nasıl bu kadar çok olabildik? Nasıl bulduk birbirimizi? Bence bu hadise ilkokul arkadaşlarını bulmaktan daha da acaip. En acaip şey internet komüniteleri bence.)



Neyse çok yoğun bi insanım. Düşünceler fışkırıyor. Konu dağılmış. Toparlıyorum. Ya da yok toplamıycam böyle kalsın çünkü şu an kafasından yeni filmlerini çalacağım yönetmenlerin listesini çıkarmakla meşgulum. Rahatsız etmeyiniz. hımmm Mustafa Altıoklar, David Lynch… syntax error : ((( bununkini çalamadım : ((( şerefsiz! Geçersiz işlem yürüttü aparat. geçelim… Alejandro Amenabar download... Süper!


Ek düşünceler : Yazarın kafasından yeni kitabını download etmek, şarkıcının beyninden yeni şarkıları download etmek. Ay şimdi sevinçten bayılacam. Müthiş parlak bir gelecek beni bekliyor resmen. Binlerce yeni sektör açtım lan hekır sektörüne!



Dolayısıyla burdan kendilerine sesleniyorum. Bakın ne güzel proceler buluyorum size olm. Bırakın artık virüs, trojan felan sokmayı komputerime! Ayıp! Sizin ananıza bacınıza girse bunlar hiç hoşunuza gider mi? Gitmez. Kendi çapında takılan yalnız bir personal komputerim. İzin verin dolanayım web sitelerinde rahat rahat. Lütfen... Hem sizin şu an adamların kafasından fikirleri nası download edeceğimizi buluyor olmanız lazım olm! Hala virüstesin trojandasın! Sana neler vaad ediyorum farkında değilsin! Küçük hesaplar peşindesin! Ben artık virüs temizlemek değil virüs olmak istiyorum!!



( Olm bi de kırık Windows vista varsa bana yollar mısınız bu arada?: ) Yardımcı paketler felan da işte. Bi de Norton felan. Pacman bi de iyi film varsa cd de boş kalırsa ondan da koyun. Müzik felan da olabilir. Amatör Slovak kültür filmleri de olur ehehe MİLF felan bye... Bi de wallpaperım eskidi. Artık değiştirmeyi düşünüyorum. Var mı bi tavsiyen? ... ???? Bi dakkaaaaa! Lan yalnız bu teknolojiyi bulup gizli gizli benden habersiz kendi kendinize ona buna girmeyin bak ha! Fikir benim ulan! Pis fikir hırsızları! Ben buldum olm bu fikri! Bana haber vereceksiniz olm! Sakın ha!!!... Olm bundan sonra sinema sektöründe gözüm! Hele ki durduk yerde süper genç bi yönetmen, mükemmele çok yakın bir filmle çıksın ve hele High tech bi insansa ağzını yüzünü dağıtırım olm senin!!! )


24 Eylül 2008 Çarşamba

S.H.İ.T !!! NOBELE ADAYLIĞIMI AÇIKLIYORUM !!!

Geçenlerde kendimi her zamanki gibi düşünürken yakaladım. Ama bu kez büyük düşünüyordum. Alnımdaki damarlar şişmişti. Dedim “Ya şehri Ramadan gelmiş hem de uzun zamandır şu ülke bi Fizik Nobel Ödülü kazanamadı belki de hiç kazanamadı, hasretiz şöyle tura çıkmaya elimizde Fizik Nobel Ödülü. Bir proje geliştireyim de hem Ramazanı daha iyi idrak edelim hem de Fizik dalında bir Nobeli tecrübe edelim. Ödülü kazandıktan sonra da “Nobel’in Davulu” adlı konuşmamı yaparım. Kazanmaya kesin gözüyle bakıyorum! Vatanıma bir nobel de benden! Zira niyetim ciddi, projem sağlam, fiziğim düzgün”. Bu düşüncelerimden sonra derhal Ramazan ve Fizik konuşlarını kesiştirip bi proje geliştirdim.



Projemin kod adı “S.H.İ.T.”, gerçek adı ise “Sesten hızlı iftar topu” projesi. Şimdi öncelikle nedir bu proje onu anlatayım. Düşündüm herkes “Ihı! iftar topu patladı valla!” deyip açıyor orucunu tüm memalikte oysa ki orda bi sürü nüans var. Evet!! Şimdi sevgili niyetli mümin kardeşlerim ve sayın fizik tutkunları hepimiz biliyoruz ki iftar topunu ateşleyen vatandaş saatine bakıyor vakit tamamsa iftar topunun fitilini ateşliyor ve iftar topu patlıyor. Ama iftar topu patladı kavramı içinde bi kaç aksiyon barındırıyor. İftar topu namludan çıkınca mı yoksa top ilk patladığında mı açacağız iftarımızı yoksa fitil ilk ateşlendiğinde mi? Zor bi sual. Eğer ki top sesten hızlı giderse bence namludan çıkış saatinde açılmalı iftar. Yok normal geleneksel iftar topu ise bu top patladı sesi duyunca açılır iftar. Belki de fitil ilk ateşlendiğinde süre doluyor kim bilir. Neyse benim projem bu işte! Derhal mekanizmasını çözdüğüm sesten hızlı iftar topunu kurduktan sonra bunun başında beklicem. İftar saati gelince ateşleme gerçekleşecek. Ve ben sesten hızlı ilerleyen topu namlunun ağzında görür görmez iftarımı açacam sesinden önce. Ve evet! Gördüğünüz gibi iftarımı uzaklarda birilerinin “Ihı! iftar topu patladı” diyerek açmasından mikrosaliseler önce açmış oldum ve hiç de günaha girmedim. Sonuçta iftar topunun kafasını gördüm! Önemli olan zamanlama çünkü! Zamana meydan okuyorum bu projemde! Ey zaman sana yenilmicem! Bunla katılıcam fizik yarışmasına ve hiç kuşkum yok alıp gelecem Nobeli ülkeme!




Bittabiki “Lan olm angut! Bu nasıl proje be hey gerzek? Kaç kişi topun başında bekleyebilir ki? Nasıl göreceğiz hepimiz topun kafasını ha!” gibilerinden üzerime gelinebilir. Fakat zaten yan projem de hazır. Ticari yansımaları gözden çıkarmış değilim. Para da lazım çünkü bana. Ve evet bu da Medya Nobeli projem! “SHİT TV!!” Evet çünkü sürekli topun başında bekleyen müminler Ramazanın 2 inci ya da 3 üncü günü sağır olabilir! Belki de ilk günü. O yüzden sadece Ramazanda yayın yapacak bu televizyon kanalı sadece sesten hızlı iftar topunun namlusunu gösterecek. Herkes evinden rahatlıkla izleyebilecek topun kafasının namluyu terk etme anını. Sıkıcı gibi görünebilir sürekli bi topun namlusuna bakmak. Bunu ilahilerle çözücem. Sürekli ilahi yayınlanacak. İbo Show da olabilir topun yanında hemen sandalyeler, şaplaklar felan türküler. Vakit geçer. Neyse hem bu şekil enlem açısından zengin yani yatayda upuzun illerimizdeki mantıksız iftar açılışlarına da bi çözüm getiricem! Düşün bak şimdi bi ilin en doğusundaki ile en batısındaki aynı saatte açıyor iftarını. Olmaz! Dakikalar oynayabilir! Haksızlık! Benim projemle, böylece herkes aynı anda sesten hızlı bi şekilde iftarını açacak.


Kafanızı fazla detaylarla sıkmak istemedim zaten son günlerde hadron çarpıştırıcısıydı, protondu, helyum kaçağıydı kafa bi dünya oldu. Gene deprem kolaydı hepimiz göçük altında kalmak, akut, fay may bişiler atıp tutuyoduk lan. Bu Cern bizi bitirdi. Kara delik var bi onu biliyoz bi de deney var. Atıp tutamadık konu hakkında, kafa basmadı pek kimse siklemedi bizim memlekette olayı. Şimdi bi de ben Sesten hızlı iftar topu projemin detaylarına girip aklınızı karıştırmıyayım, iyiden iyiye bilimden uzaklaşmayın. Çünkü bilim sevilmeye, okşanılmaya muhtaç yavru bi canlı organ gibidir. Okşadıkça büyüyecek. Hepimizin ellerine ihtiyacı var bilimin büyümek, serpilmek için. Yeterince büyüyünce, işte o gün önümüzde kimse duramaz! Allah kabul etsin. Bana güvenin. Kazanacağım! Ramazanınız mübarek olsun. Netameli günler dileriz…

ZENGİNLER VE ONLARIN MÜZELERİNİ GEZEN FAKİRLER


Şimdi bilen bilir sitemde hekırlık bilgilerimi kullanarak anket yapmayı çok seviyorum. Fakat sıkıldığım konu anket sonuçlarını hep ben yorumluyorum. O yüzden bundan sonra karar verdim anketimi yapacam ama yorumları siz yapacaksınız. Öyle ben cevabımı verdim deyip yan gelip yatmak yok olm bundan sonra sevgili internet bağımlıları ve çetırlar!




Evet işte ilk interaktif anket konumuz geliyor. Konu geçenlerde Haliçteki Koç müzesini gezerken aklıma geldi. Şimdi orada binlerce araba, motorsiklet, at arabaları, yatlar, çeşit çeşit alet edevat etc. var. Ve bu alet edevatları Koç ailesi seneler içinde gerek aile yadigarı diyerek, gerekse koleksiyoner mantığında satın alıp biriktirmiş. Ve sonunda bunları bir müzeye koyup sergilemeye karar vermişler. İşte anket konumuz burda zırt diyor. Soru şu ; Yahu siz zaten bunların hepsini bi şekilde bizim sayemizde kazandığınız paralarla satın almadınız mı? Şimdi kalkmış bunları sergileyip bize göstermek için yine bizden para istiyorsunuz. Bu nasıl mantık sevgili zenginler?




Sonra baktı Sabancı Ailesi de gördü onlardan onlar da başladı. Gidip sevdikleri ressamların resimlerini müze adı taktıkları kendi evlerinde aka Atlı Köşkte sergiliyorlar sonra da yine bizden para istiyorlar. Oysa bence onların tek amacı bu resimlerin hepsine yakından bakmak. Biz gündüz belirli saatler içerisinde sergileri gezip çıkmak zorundayız evlerinden. Oysa onlar geceleri kim bilir neler ediyorlar ? Bi Salvador Dali resmi karşısına rakı sofrası kurmadıklarını nereden bileyim ben? Bi Abidin Dino resmini akşam müze kapandıktan sonra yerinden çıkarıp eltilerine, bacanaklarının evine götürmediklerini nereden bileyim ben? Bilemem. İstanbul Modern de zaten Eczacıbaşıların. Orda da aynı şey. Neyse...



İşte konu bu sevgili zehir dimağlar. Bu konu nasıl bir konu? Sizce zenginler mi haklı biz fakirler mi? Kim haklı? Biz mecbur muyuz onların açtıkları müzeleri gezerken para vermeye? Siz zenginler daha ne kadar zengin olmak istiyorsunuz olm? Anlamadık ki!! Para yok olm bizde artık kalmadı bitti!! Geçen dölar düşükken dedim yatırım yapayım dölara kesin artacak. Gittim 4 dölar alabildim! Ve işin gıcık yanı dölar arttı : ((( neyse görüşlerinizi bekliyoruz sevgili müze müdavimleri.

“ANANISİKİM” REAKSİYONUNUN ARDINDAKİ SIR PERDESİ !!!

Merhabalar sevgili saykoloji dünyası. Yine bir konu ve değerli açıklamalarımla bir aradayız. Vakit kaybına tahammülümüz yok dolayısıyla direkman konuya dalıyorum. Go!

Tik mi denir artık buna takıntı mı obsesyon mu ama bilirsiniz bazı kişilerin vücutlarına doğru “vuccük” diye tabir edilen bi kelime eşliğinde elinizi kolunuzu uzatırsanız anında “anansikim!” diye bi kelime peydah olur karşı taraftaki arkadaştan. Ve bu tip arkadaşlar hep askerde yaşarlar ben normal hayatta hiç rastgelmedim kendilerine, sanırım tezkere bırakıyorlar. Neyse konumuz bu arkadaşların rahatsızlıkları.



Şimdi nedir bu konu? Adamın biri çıkıyor diyor ki “Abi bak sakın bana bunu yapmayın çünkü anında istemsizce küfür ediyorum büyük ihtimalle çocukluğuma dair bir travma yatmakta, lütfen.” He yarraamı böyle diyor genelde şu şekilde oluyor açıklama” Ya bak gardaş rahatsızlığım var benim! Etme böle. Yersin küfrü! ” Şimdi arkadaşım ben size inanmıyorum!! Bunu çok net ifade edeyim böyle rahatsızlık mı olur olm?! Nalakası var! Adamın biri senin vücuduna doğru ani bi hareket yapınca sen niye “Anansikim” diyesin yahu? Rasyonel bi açıklaması yok bunun. Misal birisi bana yapsa bu tip bi hareket anında elini yakalar, bileğini büker, mükemmel bi bacak hareketiyle ters kündeye getirip, ümüğüne binlerce ton baskı uygularım ağlatırım onu oracıkta ne küfür edicem? Dolayısıyla bırakın bu ayakları! Ben size sizi anlatıcam şimdi.



Sen küfür ediyorsun çünkü o adam bunu hak ediyor. Ve sen de rahat rahat anasını sikiyorsun bu adamların ve işin komik yanı bu adamlar eki eki eki diye gülüyor sen onların analarını sikme talebinde bulundukça. Gerçekten çok cingöz bi davranış şekli arkadaşım, tebrik ediyorum sizi. Normal bi adam söylese o lafı o adamlara gör bakalım neler olur ama sen dilediğince söylüyorsun neden? Çünkü rahatsızsın, adamı öyle kodlamışsın. Şimdi sizi yeriyorum, suçluyorum gibi bir durum çıkıyor ortaya fakat yok öyle birşey, size komple katılıyorum ve yanınızdayım. Neden mi? Neden olacak hayat içerisinde eki eki ekü ekü diyerekten bi insanın bedenine doğru sürekli vüccuk diyerek hareket çekerek eğlenmeye çalışan adamlardan ne beklenir kardeşim? Allahın mercimek beyinlileri! Ben size sürekli “Lan mercimek!” desem kim bilir nasıl olur! Ha nasıl olur mercimekler!!! Bence de iyi yapıyorsun sik analarını. Ama yemiyorum ben burda senin rahatsız olduğunu. Alenen adamlara küfür etme salahiyeti kazanmak için, bu küfürlere meşru bir zemin hazırlamak için götünden hastalık uydurmuşsun. O mercimek beyinliler de bunu yemiş sen küfür ettikçe ekiliyor orda, eğleniyor. Helal koçuma. Ama sen şartlı refleks de takıntı de tik de rahatsızım de ne dersen de yemezler yavrum, onun için yazıyorum bunları. Merak etmeyin kimseye de söylemem, durmak yok yola devam. Ha bir de son olarak belirtmek isterim ki bu takıntı hep fakirlerde var. Siz hiç misal Ali Koç'un vüccük hareketi yaptığınızda "anansikim" dediğini gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü zenginler zaten ne zaman canı isterse anasını siker istediğinin di mi ama? Netameli günler dileriz...

23 Eylül 2008 Salı

GREGOR SAMSA


Gregor Samsa o sabah uyandığında kendisinin devcileyin bir sivilceye dönüşmüş olduğunu gördü. Sivilcenin sahibi ergen yatağından kalktı. Yüzünü yıkamak için banyoya girdi. O sırada seksi İngilizce hocası aklına geldi. Otuzbir çekti. Lavaboda ellerini, yüzünü yıkadıktan sonra giyindi, aynada kendisine baktı. Sol yanağının üzerinde baş vermiş Gregor Samsa'yı gördü. Sağ ve sol işaret parmaklarıyla onu sıkmaya çalıştı her sabah yaptığı gibi. Patlamadı. Gregor Samsa sürekli sıkılıyor ama bir türlü patlayamıyordu...

19 Eylül 2008 Cuma

BİR BAĞIMLININ HİKAYESİ


“Doktorla randevum vardı” dediğim kız “Hangi doktor?” dedi. “Dr. İlhami Sokakruhu “ dedim. Kız bir yandan sakız çiğniyor, bir yandan önündeki komputerin ekranında açık msn penceresine bişiler yazıp kikirdiyor, ara ara da bana bakıp “Kiiiiim?” diyordu. Ben tam cevap verecekken tekrar msn de bişiler yazışıyordu. Beni hiç dinlemiyordu. Bu kez cevap vermeden bekledim. 16 dakka bekledim. Kız artık sadece msn le ilgileniyordu. Web cam ini ayarlayıp duruyordu. Daha fazla dayanamayıp “Lan fokin biç! Sana ne sordum ben! Cevap bekliyorum di mi burada? İlla online mı olalım muhatap alınabilmek için! ” deyiverdim. Kız kafayı kaldırıp beni gördü ve anlamsız anlamsız bana baktı. “Dr İlhami Sokakruhu ile randevum vardı “ dedim yine, büyük sakindim. “ E iyi de bundan bana ne olm!” dedi. İşte şimdi delirecektim. O sırada yanıma bi adam geldi. “Bi sorun mu var hanfendi?” dedi kıza. Kız da “Bu dallama sabahtan beri beni izleyip rahatsız ediyor.” dedi. Donakalmıştım. Neden azını yüzünü kırmıyorum ki diye düşünürken “Neyyyy?” Diyebildim sadece. Adam bana “Hasta mısın birader yürü git şurdan” dedi. “Tabi ki hastayım. Dr İlhami Sokakruhu ile randevum var fakat bu kaltak benle ilgilenmiyor bi türlü” dedim. Adam “İlhami üst katta kardeş. Burası internet cafe.” dedi. İstemsizce gülümsedim biraz. Yüzüm babun götüne dönmüştü açıkçası. Kıza baktım özür dilicektim. Ama onun sikinde değildi durum. Hala çet ediyordu. “Kusura bakma ben seni aniden karşımda görünce sekreter sandıydım” dedim. “Yürü git be salak” dedi kız. Adam da “Hadi abi olmuş bi yanlış anlama uzatma. Senin doktor üst katta, hadi abim benim” dedi. Kıza “Orospu!” deyip kaçtım üst kata.






- Artık canıma tak etmişti. Her sabah bir limonu somurarak uyanmaktan bıkmıştım. Bu grubu artık hayatımdan çıkarmak ve bir daha asla dinlememek istiyordum. Daha fazla düşünmeden derhal giyinip evden çıktım.
- Kime anlatıyorsunuz kuzum siz bunları?
- ???? Doctor to my disease lütfen artık anlayın beni! Kimseye ne birşey anlatmak ne de o ismi lazım değil grubu dinlemek istiyorum! Lütfen yardımcı olalım bana!
- Hangi grubu dinlemek istemiyorsunuz onu anlayamadım?
- Gözün bittiği yerin solisti olduğu grup...
- Gözün bittiği yer? Hımmm
- Ne hımmm göt! Dinlemek istemiyorum çünkü kendimden geçiyorum onların şarkılarında. Dünyadan kopuyorum. Şarkılarının içine girip önemsiz bi si bemol olarak yaşamak istiyorum içlerinde, uzayın içinde sebepsizce hareket eden, üzerinde yaprak dahi olmayan bir ağaç gibi olmak istiyorum, yolda yürürken aniden kaldırıma yüzükoyun yatıp bir daha kalkmamak istiyorum. Oysa ben normal bi insan olmak istiyorum artık. Bakkala gidebilmek, bi kıza aşık olmak felan işte. Ama onları dinleyince tüm bunların hiç bir önemi kalmıyor. İçime kapanıp susuyorum.
- Elbette her insanın hakkı bu fakat hala daha hangi gruptan bahsettiğinizi anlayamadım.
- Grubun solistinin mükemmele çok yakın bi sesi var. İsmi Thom. Soyadını sölemem...
- ah ah ah ah Thom Yorke diyorsunuz siz. Ama Radiohead grubunu neden dinlemek istemiyorsunuz kuzum? Dünyanın belki de en iyi müzik grubu, yaşayan efsanesi!
- Lan ne diyon yarraam! Ben sana yardımcı ol diye geldim sen bana grubu övüyon!
- Hayır ben sorunun kaynağına inmek istiyorum. Olayların sonuçlarına fokus olup özüne gidemeyiz. Çözüm istiyorsanız nedenleri bulmamızda fayda var diye düşünüyorum. Ya siz?
- Aynı fitter happier more productive gibi konuşuyon...
- Olabilir fakat o şarkıdaki büyük ironiyi gözden kaçırmışsınız kanımca.
- Yarramı kaçırdım! Sen kimsin lan bana Redyohed dersi verecen! Ezbere biliyorum tüm şarkılarını!!! Al işte senin yüzünden redyohed dedim. Şu an bile çok dinlemek istedim birden : (((
- Hangi albümü istersiniz?
- Hail to the thief lütfen. Where I end you begin please... Çabuk ol bak titreme geldi.
- Tamam tamam sakin olun. İşte başlıyor. Ben de çok severim o şarkıyı.
- Ohhhhhhhhhhh
- Hımmm evet şimdi anlıyorum sorununuzu. Siz epey ciddi durumdasınız, bi nevi bağımlı olmuşsunuz Radiohead e. Önce kulaklarınıza 8-9 tane sonra burnunuza 2 tane akupunktur iğnesi saplayıp sizi fiziksel olarak temizleyeceğim. Sonra transandantal meditasyon teknikleri kullanarak ruhunuzu temizlicem. İki seans sonra Radiohead deseler size, kendinizden son derece emin bi şekilde “O kim?” deyip, kafanızı arkaya atarak kahkahalar atacaksınız.
- Daynazors ruuming diii ööörrtthhh hımmmpsss
- Beyefendi size anlatıyorum fakat hiç dinlemiyorsunuz beni?! Bırakacaksınız Radiohead dinlemeyi inanın bana. Yardımcı olacağım size.
- Ne diyon lan sen yarrak! Sen sesi kökle bakim. Basları duyamıyorum. Bana bi de vişne votka ver. Offf be şarkıya bak yaaaa!!! : ((((( Mükemmel bi melodi...
- ah ah ah ah Hadi beyefendi bu kadar lak lak yeter. Gelin uzanın şuraya, ben de iğneleri hazır edeyim. Birazdan gelirim...
- hımppssh hımmphhsss ay vil iit u elayv ay vil iit u elayv ay vil iit u elayv derl bi no mor lays
- Aaaaa ! Ama siz hala uzanmamışsınız??! ehehhe hadi bakalım bu kadar eğlence yeter. İşimize bakalım... tık...
- ???????? Lan sen redyohed şarkı söylerken fişi mi çektin? Sen kimsin lan! Bu ne saygısızlık!! Ver lan o iğneleri bana! Amın düdüğü! Şimdi görüşecez bakalım kim kime iğne sokacakmış! Al ulan ! İyi mi ha nasıl? Al bunu da!
- Ahğpğğğğğğ beyefendi ne yapıyorsunuz ağğğhhhh
- Al ulan bunu da! Redyohed rullleezz taaaam mı!!! Bunu da kafana sok! Hatta al bunu da burnuna sok! Başka iğne yok mu?
- Ağğğhhhhh imdaaaaaaaaaaaat!
- Amına kodumun dinozorları lan sizi! Gel ulan buraya kaçma!!!! Bokumu yönetirsiniz bundan böle dünyayı!!!
- İmdaaaaaaaaaaaat! ağğğğğhhh





Kaçtı ibne, ağzı yüzü iğne içinde kaçtı. Her yerine batırdım piçin. Aşağı inerken internet cafeden içeri kafamı uzattım. Kız hala orada oturuyordu. Çok güzeldi, ondan hoşlanıyordum. Bana bakmadı çünkü hala çet ediyordu. İnternet cafe nin sahibi adam beni görüp, bana doğru yürümeye başlayınca derhal sokağa attım kendimi. Kulaklığımı taktım ve müzik başladı...

Not : Konu hikayemizi dinlerken soundtrack olarak bittabi ki Radiohead den “where I end you begin” dinlemeniz sizin için daha iyi olur. Bunu yazının sonunda neden mi söyledim? Yazıyı bi daha okumanız için tabi ki, olması gerektiği gibi. Netameli günler dileriz...

17 Eylül 2008 Çarşamba

EKŞİ SÖZLÜK'Ü KİM HEKLEDİ?

Bilirsiniz bazı eylemler yapıldığında bazı örgütler ya da kişiler çıkıp bu eylemi üstlenip, itiraf ederler, havalara girerler. Dolayısıyla burdan feyz alarak sizlere “ekşi sözlük” ü heklediğimi bildirmek isterim. Aslında ilk önce youtube u heklemeyi düşündüm fakat bi baktım devlet heklemiş zaten onu. Sonra da ekşi sözlük ü heklemeye karar verdim. Evet ekşi sözlük'ü ben hekledim ve kimse de karşımda duramadı. Bi kaç aydır hekırlık konusunda kendimi geliştirdim ve ilk denememi bugün gerçekleştirmeye karar verdim. Bi kaç kod yazdım çalakalem öle hop girdim sistemine sözlükün. Görüyorum ki epey başarılıyım, hekırlık dünyasında bi marka olmaya doğru yol alıyorum. Gönençliyim. Bi hekledim sözlüğü hala açamadılar. Aslında Marmariste çektirdiğim ve çok güzel çıktığıma inandığım bi vesikalık resmimi koyacaktım tam ekranın ortasına ama sonra yolda insanlar beni tanır diye tırsıp vazgeçtim. Sade hekledim. Neyse sonuç olarak iyi bi hekır olduğuma inanıyorum, o yüzden ebediyen kapalı tutmıcam sözlüğü, açarım bi ara. Netameli günler dileriz...

12 Eylül 2008 Cuma

MAHALLEMİZİN MUHTARI MUHİTTİN ABİ...

Merhaba,

Dün ikametgah ilmuhaberi gerektiği için muhtarlığa gitmem gerekiyordu. Nüfus cüzdanı sureti gerektiği için nüfus müdürlüğüne gittim fakat ismim yerinde “Capcom Entertainment” yazıyordu. Bu ne dedim? Gülümsedi nüfus memuru. “Kardeşim bu ne?” dedim. “Benim ismim bu değil ki? Nasıl bir isim bu?” diye sordum. Adam bana zalimce gülümseyerek “Peki isminiz nedir?” dedi. “Benim ismim...????” dedim ve kaldım. İsmimi bilmiyordum. Nüfus dairesinde görevli tüm memurlar kafalarını bana çevirip kahkahalar atmaya başladı. Ağlayarak dışarı koştum. Perperişan sokaklardan evime doğru koşmaya başladım. Sulara bata çıka, patlamış devrilmiş arabaların yanından geçerken bu kez belediyeye küfür etmedim. Çünkü dikkatim sol gözü eline akmış bi adam takılmıştı. Göz göze geldik fakat o inanılmaz üzgün bana baktı. Devam ettim. Planetaryumun yanından geçerken birden durdum. Bunca sefaletin içinde bu tesisin ne işi vardı? Her yerde “Capcom Entertainment” yazıyordu. Aklım gidip geliyordu. Bazı günler deja vu yaşadığımı hissederdim. Bugünü de sanki defalarca yaşamışım gibi bir his vardı içimde. Tam bu sırada mahallemizin muhtarı Muhittin Abiyi gördüm aşağıda. Beni görür görmez inanılmaz bir hızla yanıma geldi. Bu kez kaçmadım. Ne olacaksa olsundu artık delirecektim bu saçmalıkta. Tam yanıma geldiğinde gözlerimi kapayıp, ellerimle de yüzümü kapamıştım. Yanımda bi rüzgar esti. Ellerimi gözümden çekip Muhittin Abiye baktım. Yoktu fakat ardımdan inanılmaz patlamalar ve sesler geliyordu. Başımı çevirdiğimde Muhittin Abinin birisi ile dövüştüğünü gördüm. Çok kısa bir süre içinde Muhittin Abi dövüştüğü kişinin boynunu kırmıştı. Sonra arkasını dönüp bana doğru yürümeye başladı. Ben öylece kalakalmıştım. Mahallemizin muhtarı Muhittin Abi çok yorgun başı önünde yürüyordu. Yanıma geldiğinde “Sa... Sa.. sayın muhtarım neler oluyor burda?Polis çağıralım mı?” diyebildim. “ Ne muhtarı ne polisi salak!!! Kaç git burdan birazdan yine gelir. Kesin save yapmıştır” dedi. Hiç bir şey anlamamıştım. Yanımdan geçti gitti Muhittin Abi. Az evvel fırlayıp çıktığı yere gidip öylece durdu. Yüzü duvara dönüktü. Gerçekten de Muhittin Abinin az evvel boynunu kırdığı adam yine aynı yerde belirmiş mahallemize doğru ilerliyordu. Elinde inanılmaz büyük bir silah vardı. Muhittin Abi inanılmaz bir hızla yanıma geldi. Bu kez gözlerimi kapatmadım. Ağzım bi karış açık öylece bakıyordum. Muhittin Abi adamı yine öldürdü fakat bu kez biraz daha uzun sürmüştü. Yine az evvel yüzü duvara dönük beklediği yere gidip beklemeye başladı. Kafasını bana çevirip “ Hala burda mısın sen! Salak evine gitsene! Bu kez büyük ihtimal beni öldürüp geçecek. Ölmek mi istiyorsun? ”

“Belki de evet” demek istedim ama Muhittin Abiye cevap vermeden eve doğru yürümeye başladım. Boğazıma birşey takılmış gibi yutkunuyordum. Ardımdan tam da Muhittin Abinin söylediği gibi patlamalar sesler yine sökün etmişti. Adam yine gelmişti. Sokağa girdiğimde solumda beliren bidondan sesler duydum. Bidonun kapağını kaldırdığımda içinde bana bakmakta olan bi yaratık gördüm. “Kapatsana be!” dedi. Tam bu sırada Muhittin Abinin acı dolu böğürtüsünü duydum. “Nemesisi geçti işte. Birazdan bizim saldırmamız gerekiyor. Evine git.” “Nemesis kim? Sen neler söylüyorsun kuzum?” diyecektim ki bizim oğlanın sürekli oynadığı oyun aklıma geldi ve sustum. Yüzüm kireç gibi oldu. Muhtarlık sandığım binanın önünden geçerken Muhittin Abinin halaoğlunun resmini gördüm. Adresi Silent Hill/Konami idi... Piramit Kafa...

Duyduklarıma gördüklerime inanamıyordum ama artık herşeyi anlamıştım. Mahallemiz, ailem, Muhittin Abi, ben komple bir yalanmışız. Meğerse bizler “Resident Evil” oyunun içinde sizin hiç önemsemediğiniz, bombalayıp geçtiğiniz, o karakterle bu karakterle dövüştüğünüz sokaklarının, sizin hiç görmediğiniz sakinleriymişiz. Mahallecek hayatımız boyunca yaşadığımız o korkunç geceleri, çığlıkları, bombalamaları, travmaları düşündüm. Ben de sizlere dert yanıp duruyordum meğerse tüm bu olayların müsebbibi sizlermişsiniz. Zavallı Muhittin Abi, zavallı biz. Lanet olsun size oyun müptelaları! Elveda...

11 Eylül 2008 Perşembe

MAHALLEMİZİN MUHTARI MUHİTTİN ABİ...


Merhabalar efendim, uzundur sizlere yazamadım lakin epey bir süredir evden çıkmadım. Geçenlerde bir sabah bi talihsizlik yaşadım diyelim. O sabahtan sonra eve kapandık ailecek. Hazırlıksız yakalandığımızdan evde ne varsa onu yedik. Artık yiyecekler bitip, benim oğlan bana mükemmel bir kuzu çevirme gibi görünmeye başlayınca dedim artık dışarı çıkmak lazım, hayvanlığın lüzumu yok.

Yaşadığım talihsizlik mi neydi? Efendim işte o sabah her zamanki gibi evden sabah ezanı okunmadan çıkmış sessiz sessiz parmak uçlarımda mahalleden otobüs durağına doğru yol almaya çalışıyordum. Çöp bidonunun orada bi homurtu gibi bişey duydum. Uyurken çıkarılan sayıklama homurtu karışımı bişeydi bu ses. Biraz daha yaklaşınca muhtarımız Muhittin Abi nin 65 numara ayakkabılarını tanıdım bidonun kenarından. İlk tepkim soğuk ter dökmek ve derhal kaçmalıyım demek oldu. Ama sonra düşündüm uyuyordu Muhittin Abi. Ve neden çöp bidonun yanında mahallenin ortasında yerde uyuyordu? Belki de yaralanmıştı. Son derece sessiz bir adım daha attım. Adım atmak için uzattığım ayağım öne doğru ilerledikçe, ayaklarından yukarı doğru göz alanıma giriyordu Muhittin Abinin yerde yatan bedeni. Önce ayaklarının tümü, sonra dizleri sonra baldırları ve sonra???!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Muhittin Abinin bedeninin ortasında bir adam ayakta duruyordu!!!! Hemen hemen benimle aynı boyda ve tıknaz bir adamdı ya da garip bir yaratıktı. Bir süre öyle bakakaldım çünkü manzara karşısında neye uğradığımı şaşırmıştım! Fakat bir süre sonra onun bir adam olmadığını anladım : (((((((( Çünkü tıknaz adamın artık boyu benden en az 10 santim uzamıştı ve gittikçe uzuyordu, kilo da alıyordu. Ben ne hayatımda böyle bir organ ne de hayatımda böyle bir sabah ereksiyonu görmüştüm.



Siz hiç hayatınızda bir penisin kafasını çevirip size bakacağından ürktünüz mü a dostlar? İşte ben o sabah ürktüm : (((((((( Ağlayarak eve kaçıp, kapı pencere her şeyi kilitledim. Karıma sarılıp hüngür hüngür ağladım. Günlerce ne olduğunu hiçbirine anlatmadım, anlatamadım ama kimseyi de bırakmadım dışarı. Ama korkunun ecele faydası yok. Dediğim gibi az daha benim oğlanı yicektim açlıktan. Mecbur dışarı çıktım. Çıkmışken de sizlere haber edeyim dedim. İyi bakın kendinize. Ben size yine yazarım, umarım yazabilirim : ((( Hoşçakalın...

10 Eylül 2008 Çarşamba

ATLAS DENEYİ HAKKINDA DÜŞÜNCELER, YER YER YERGİLER...


İyi günler sevgili bilim tutkunları ve çetırlar. Elbette günün konusu bu sabah yapılması beklenen Atlas Deneyi. Bazı arkadaşlar saatlerini kurup uyandılar sabah, deneyin başlamasını bekliyolar. Mazallah kara delik felan oluşur ossura ossura uyurken, ağzımızda salyalarla kaybolmayalım ortamlardan diye.

Şimdi efendim öncelikle şunu söyleyeyim ki bugün deney felan yok, adamlar mıknatıslar çalışıyor mu çalışmıyor mu onu kontrol edecekler. Sırf kara delik görecem diye uyanmış olanlarınız varsa bence doğru yatağa geri dönün. Yavaş yavaş gelinecek asıl deney seviyesine, ben size haber veririm.

Sonralıkla efendim nedir şimdi bu deney? İsmi niye Atlas ? Konu hakkında bi ton bilinemez var. Niye bu deneyi yapıyorlar? Evrenin oluşum anını, Higgs parçacıklarını, kara madde, anti madde bi ton bok bulacaklarmış. Pardon lan evrenin oluşum anı da değil biraz sonrası. Hahhaha Ne demek lan bu? Yiyosa evrenin oluşum anını dene!!! Ayrıca sormak isterim bu deneyin amacını ve sebep demek isterim? Hadi sen bunları buldun diyelim yanlışlıkla bi evren oluşursa orda napıcan götüm! Angut gibi bakacan ortama. Yahut o kara delikten bi dinozor kafayı uzatsa göz göze gelsen? Yahut hepimiz birden maymun gibi olursak görürsünüz gününüzü. Deney yapan mühendisleri düşün bak birden maymuna dönüşmüş bi ton bilimsel aletin önünde oturuyo daha doğrusu zıplayıp durup orasını burasını kaşıyor. Ya da hepimiz birden Gregor Samsa olarak uyanırsak ne olacak?!!!


Kardeşim adam gibi yaşayın lan şurda ya! Mis gibi gezegen, ne biçim deney yapıyosunuz pis herifler! Adam gibi git laboratuarda Sodyumla Magnezyumu karıştır ne bileyim o karışımı tüpe doldur, tüpe isim ver buzlukta sakla. Onların listesini tut. Mesain bitip akşam olunca da önlüğünü çıkar bara git discoya git. Eğlen seks yap, gez. Negsel hayat bak : ))) Ama yok ! Sen naapmak istiyon? Gitmişin gece gündüz uyumamışın dev gibi tüneller, dev gibi elektromanyetik mıknatıslar yapmışın tüyü bitmemiş yetim haklarıyla hem de. Ulan Afrikada çocuklar açlıktan ölüyor sen orda gitmişin evrenin başlangıcını görecem diye bi ton boka püsüre para harcıyon. Hayvan herifler! Sizi o hızlandırıcının içine atmak lazım aslında. Gör bakalım orda protonların mı çarpışıyor, parçacıklar mı oluşuyor. Birbirinizin kara deliklerine bakarsınız dibinden yavşaklar.

Bilim bilim diye başımıza çıktınız lan götler! Güneşten 100 bin kat daha fazla ısı üreteceklermiş!!! Bak hayvana yahu! Uzayı yakacaklar! Ulan o kontrolden çıkarsa ne olacak? Hepimiz ışıl ışıl oluruz artık! Koskoca bi medeniyeti nasıl bu kadar rahat riske atarsınız olm siz? Ulan bu medeniyet ne zorluklarla kuruldu senin haberin var mı piç! Hayvan gibi fakirdik, şimdi hepimizin parası var. O dinozorlar, o buz çağları, o yanardağ patlamaları, magmalar hepsini atlattık yüzbinyıllardır. Eee ? Adamın biri çıkıp tüm bunların sonunda kara deliğin içine soksun diye mi pis herifler! Hadi bizi, insanoğlunu geç, gene biz primat sayılırız. Yazık o uzaylılar hayvan gibi gelişmişler, ışınlanmayı bile biliyolar. Onları da yakacak herifler bi de.


Hülasa, ben bu deneyin karşısındayım olm! Eğer bi kara delik oluşsun, hepimizi içine çeksin, azınızı yüzünüzü dağıtırım olm sizin! Allahın asosyalleri! Hiç arkadaşları yok, kimseyle sohbet edemiyolar diye gizli gizli neler yapmışlar orda! Dikkat çekmeye çalışıyolar. Evrenin başlangıcının bir an sonrasına rönte yatarak, kara delik oluşturarak dikkat çekilir mi lan hiç şuursuz herifler!!! Ulan mıknatısla evren mi başlar gerizekalılar! Mıknatıs dediğin toplu iğneyi çeker, biribirini iter ya da kağıdın altından üzerine koyduğun çiviyi oraya buraya taşır. Oooo nasıl oluyor diye şaşırtır insanı. Ya da sen git önce dev gibi bi gemi nası denize batmadan duruyo da minicik bi mıknatıs suya batıyor onu bul bana. Evren mıknatısla hızlandırıcıyla oluşur mu a salaklar! O zaman 100 metre yarışında Usain Bolta mıknatıs fırlatalım. Evren oluşsun orda. Al sana deney!!! Hem de beleş! Zihniyete bak amına koyim ya! Neyse çok sinirlendim daha fazla devam edemeyeceğim. “Netameli günler dileriz” adlı temennim hiç bu kadar yerli yerince oturmamıştı kanımca o yüzden kullanalım. Netameli günler dileriz...

6 Eylül 2008 Cumartesi

GÜNÜMÜZDE KLOSTROFOBİ VE KARANLIK TARİHİ

Sevgili soykoloji duayenleri, siz de bilirsiniz ki dikkatli gözler rutin her günümüze sinmiş, her diyalogumuzdan sallanan psikolojik etkileri görür. O yüzden psikoloji aslında su gibidir, ekmek gibidir insan dünyası için, çok mühimdir. Sürekli ilgi göstermek elzemdir. Dolayısıyla bugün kapalı yerde kalma korkusu olan “klostrofobi” sorununu incelemeye karar verdim. Bu hastalığın kaynağı bence Truva Atının içindedir. Klostro adındaki bir Yunan askerinde ilk kez görülmüştür. Bu zavallı asker Truva Atının içinde bir nevi kriz geçirmiş fakat diğer Yunan askerleri onun Hector dan korktuğunu sanıp döve döve öldürmüştür ve tanınmaz hale getirdikleri cansız bedenini Truva Atının götünden dışarı bırakmışlardır. Atın sıçtığını görüp rahatlıyan Truvalılar ise evlerine dönüp hiç bişeyden şüphelenmemişlerdir. Hikayenin devamını da biliyorsunuz zaten. Fakat insanlık bağlasan durmaz ilerler. Bilim ilerledikçe fobi denen şeyin varlığını buldular. Ve Klostro isimli askerin anısına sonuna fobi eklendi ve kapalı yerlerde kalma korkusuna bu isim takıldı. Şimdi şu an aklıma gelen bi fikri Klostro adlı zavallı Yunan askerinin sülalesine açmak isterim. Bence gidip tazminat davası açın Yunan ordusuna. Kesin kazanırsınız.


Neyse Klostrofobi hastalığı hiç de öyle hafife alınacak bir mevzu değildir. Bir misal verip hasbıhalımızı şenlendirelim derim. Buyrun aşık olduğu kişi ile asansörde kalan bir zavallı klostrofobi mağdurunun başına gelenleri izleyelim ;

( Şu an tatlı tatlı kesişiyor aşık çiftlerimiz. Sakin sakin yukarı çıkıyor asansör)



- Çok tatlısın Selma : )))) Ojelerin ne renk ?

- kikikiki Aaol... Ekru kikikiki



( Lank... Durdu asansör, ışıklar söndü )



- ???? Lan? Noluyo lan? Selma ?

- Boşver kikiikik Hem bak ne güzel birlikteyiz burda kikikikiki başbaşa...

- Lan! ??? Laaan ! Heeeeeeeeeeeyt! Açın lan şu kapıyı orospuçocuklarıııııııııı!!!!!!!! Anası sikişmişler açın lan!!! güm güm güm

- ???? Neler söylüyorsun Ahmet sen ?????? ...

- Sus lan orospu!! Açın lan imdaaaaaaaaaaaaaattttttttt! Aaaaaaaaaağhh ölecem lan! Terliyorum, üşüyorum laaaaaaaan!!!

- ühühühü Ahmet bana nasıl orospu dersin ühühühüh

- Lan sus ! Selma bak kes çeneni! Hala viz viz konuşuyon! Sikerim ümüğünü şuracıkta! Ölüyorum laaaaaaaaaaaaaan!!!!! aaaağğğğğğğh Tabiatınızı sikim lan! Lan beynim uyuştu. İşte şimdi ölüyorum sanırım açın laaaaaaan !!!

- ühühühüüh Ahmet allah belanı versin ühühüh İyi ki seni erken tanımışım ühühühü

- Üçüncü kat mı erken yani kaltak! 8 inci kat da kalsaydık daha mı kötü olacaktı senin için yani Selma! Beni delirtmek mi istiyon lan sen ! Şuursuz beyinsiz karı! Ne diyon lan sen !!! Açın laaan!!

- ühühüühüh Eşek ühühühü Umarım kimse kurtarmaz bizi buradan! Geber inşallah ühühüüh

- Laaaaaaaaaan!!! Öyle konuşma lan!!! Boğarım lan seni şimdi buracıkta aaaaaaaaaağğğğğğğh açın lan güm güm güm güm

- ağğğğhh Ahmet canığmı acğıtıyorsun gluk gluk gluk...



( Çlink )



- Geldim beyefendi sakin olun ... Verin elinizi...

- Ihı ! Lan nerdesiniz çabuk çıkarın bizi buradan! ... Önce Selma hanımı tabi ki : ))) Selma ? Buyur önden : ))))))))))

- ühühühüühüh Hayvan ühühühüüh Git buradan ühühüüh Dokunma bana ühühüühühüh

- Selma ? Yapma tatlım... Olayları fazla büyütüyorsun bence. Ben de en az senin kadar korktum ve şu an şoktayım yani. Kırmayalım birbirimizi di mi tatlım : )))))))))))

- ühühühühüüh Dokunma banaaaaaaa hayvan ühühühüühüh

- Çok korktu çok : )))))))) Canım ya : )))))))))

ÇALIŞKANLIĞI ARIYA KARINCAYA ENDEKSLEMEK




Şimdi misal bir uzay istasyonundasın. Adamın biri gelmiş astronotlara, bilgisayar, elektronik, makina mühendislerine, astrofizikçilere felan bakıyo sonra da diyo ki “Üff be arı gibi çalışıyolar” Al işte! Manyak mısın lan sen olm? Arı dediğin salak hayvan ortada gezer vız vız, uçar gider, bi çiçek bulup onu emer. Sonra da kovana geri dönüp sıçar. Boku da bal işte şanslı piçin evet! Ona bişey demiyom ama bu kadar lan o herifin olayı! Bu kadar!!! Evet bu kadar, zoruna mı gitti!! Sonra da senelerce kitap okumuş bölüm, doktora, mba ne varsa yapmış, gözü 18 derece miyop olmuş zavallı mühendislere layık gördüğün benzetmeye bak! “Arı gibi çalışıyo” Azına sıçim ben senin! Hem o arı piçlerinin kovanını bi elle bakim ya da yakınlaş gör bakalım noluyo. Sokmadık yerini bırakmazlar. Ama mühendisler öyle mi? Vur ensesine al önündeki lokmayı sesini çıkartmaz. Görmemezlikten gelir, önüne bakar. Akşam evine gidip odasındaki aynanın önünde kızgın kızgın “Senin ananı sikerim bırak onu lan!” felan der gizli gizli. Senden intikamını öle alır garibim.


Hem sanki diğer hayvanlar çalışmıyor amına koyim ayrıca. Hepsi çalışıyor. Düşün bir köpekbalığını. Tamam şimdi adam iğrenç, korkunç bi piç ama herif uyumuyor bile lan seni beni kemirmek için! Sürekli yüzüyo herif. Sen bi yüz bakim 2 saat ne biçim boğulursun. Hele insan. Ebemiz sikiliyor çalışmaktan. Ama yok işte sen istediğini yap, millet "arı gibi çalışıyorlar şerefsizim" yahut "karınca gibiler olm görsen kimse oturmuyor." diyor. Hep klasik edebiyat saçmalıkları bunlar. Protesto ediyoruz!!! Ya da bundan sonra “jaguar gibi çalışkan adam” ya da ne bileyim “ timsah gibiydi olm çocuklar saniye durmadılar” gibi benzetmelere geçiş yapmamızı kim engelliyor ben hiç anlamış değilim. Misal “vampir gibi çalışkan” bak ne kadar heybetli bi betimleme : ) İnsanın şevki artar bunu duyunca daha çok çalışır. Bırakın artık arıyı karıncayı. Hele karınca. Hay allam ya. Adam yerde ne bulursa çer çöp onu alıp evine götüren bi canlı ya! Evlerini görmeyi çok isterdim doğrusu!! Geçen yere sümük attım, kapıştı ibneler! Bildiğin sümüğümü yedi bu karıncalar. Neyse ya bana ne. Ne haliniz varsa görün.
Çalışkanlık öyle kimsenin tekelinde değildir arkadaş. Sadece bunu bilin yeter! Kurtulun lan şu kalıplardan, ezbere yaşamayın lan! Sakın da bana gelip beni bi arıya yahut bi karıncaya benzetmeye kalkmayın ağzınızı kalbini kırarım senin oracıkta!!! Netameli günler dileriz...

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN...

Odamdaki müthiş maç 4-4 devam etmekteydi. Çoraplarımdan yaptığım topa hakimiyetim üst düzeydeydi. Gerek falsolu ortalarımın yerini buluşu gerekse klas fundamental hareketlerle kaleye inişlerim görülmeye değerdi. Fakat bir an olsun durdum zira az evvel fark ettiğim doğanın bu mucizesine şahitlik etme fırsatını kaçıramazdım! Bacak kaslarımdan sızan ince terlerin bacaklarımda çizdiği desenler inanılmazdı. Ardı arkası kesilmeyen su damlaları peşi sıra akıyordu. Sanki bir tropikal yağmur başlamıştı bedenimde. Adeta bacaklarımda bir zebra sürüsü sökün etmiş, kıllarımın arasında, Serengetide deliler gibi koşuyorlardı, engellenemezlerdi. Kollarımı dizlerimin arkasında birbirine kenetlemiş, büyülenmiş gibi başım dizlerime neredeyse yapışık vaziyette ayakta izliyordum bu olan biteni. Esnek ve sıcaktım. Ter damlaları kıvrak hareketlerle adeta birbirlerini izliyorlardı. Tam bu sırada sanki bir sivrisinek vızıltısı duydum. Zebralar kaçışmaya başladı. Ardından sesler bir aslan kükremesine dönüştü. Zebra felan kalmadı ortada. En sonunda da cehennemi sesler çıkaran babamın sesini duydum. Maç bitmişti. 4-4. Beni çağırıyordu ve yanına gitmeliydim. Derhal aşörtmenimi üzerime çekip terli terli koridora çıktım.




Sağ tarafımda beliren banyonun karşı konulamaz serinliği beni alıkoymuştu. İçeri girip kapıyı kapadım. Üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Suyu açıp küveti doldurdum. Bir hamsi gibi çırılçıplaktım. Cup diye atladım suya. Sağ kolumu dirsekten yukarı doğru büküp, sağ elimi de sağ böbreğimin üzerine koydum. Küvete başımı soktum. Şu an tam bir köpekbalığıydım. Suyun üzerinde sadece bükülmüş dirseğimin imlediği "v" harfi vardı, geri kalan bedenim suyun altındaydı. Aynı Messi gibi, hızlı birkaç manevra yapmaya çalıştımsa da kafamı küvetin bi kaç yerine vurup su yuttum. Ardından dirseğimi suyun üzerinde düşünüp tırstım. Üzerimde gezen bir köpekbalığı vardı. Sudan derhal dışarı çıktım. Tam da üzerimdeydi yüzgeci! Çok korkmuştum! Su beni hep ürkütmüştü. Doğanın en tehlikeli olduğu ve benim en çaresiz olduğum noktasıydı su. Köpekbalığından kurtulduktan sonra bir süre küvette kocakarılar gibi baygın yattım. Bacak kıllarım anemonlar gibi huzur içinde salınıyordu suyun içinde. Tam suya olan korkumu üzerimden atmıştım ki annemin çığlıkları ile tekrar titredim. “Yetişin evi su bastı!” . Enseme akan suyu o an hissettim. musluğu kapattım. Evin ¾ ü su olmuştu. “Aynı dünya gibi” deyip gülümsedim. Kapı açıldı. Annem ağlayarak “Sen ne yaptın” der gibi gözünü titretiyordu. “Sakin ol anne. Vücudumuzun da ¾ ü su ama bu seni hiç rahatsız etmiyor!” diyerek kendimden emin koridora çıktım. İşte o an kuzey kutbunun ortasında evsiz kalmış bir eskimo gibi titredim. Götüm dondu. Derhal odama kaçıp üzerimi giyindim. Babamın sesi bir Mortal Kombat gibi çıktı. Yine beni çağırmıştı. Koşarak salona yanına gittim.



Salona girerken babamla çarpıştım. “Naptın lan sen yine! “ diyerek Sumo güreşçileri gibi büyük bir sinirle, sağlı sollu ayaklarını yere vurup yerden su sıçratıyordu ve suyu bana gösteriyordu. “Söylenecek pek fazla bişey yok. Deplasmanda alınan bir puanın önemi büyük. Önümüzdeki maçlara bakıyoruz baba” dedim. Aşörtmenimi tutan sağ elimle her an tetikte durarak, sol elimle saçımı geriye doğru taradım. Bu bana bi ferahlık vermişti. Kendime güvenim büyüktü sanırım. Babam bir süre bana yukarıdan baktı. Onu o an bir zürafaya benzettim. Dişlerinde roka parçaları vardı. Tam bir otoburdu. Zararsızdı. Gülümsedim. “Yettin lan! Senin ecdadını sikecem artık!” diye üzerime gelirken tam bir Carnivor olmuştu. Endişelendim. Annem sessizce olanı biteni Neşinıl Ciyografi belgeselcisi gibi izliyordu. Ağlıyordu. Bir etoburun saldırısını önlemektense fotoğraflamayı tercih ediyordu.

Aşörtmenim ve çişim aynı anda aşağı indiler. Şırıltılar bana Niagara Şelalerini anımsattı. Büyük rahatlıktı bu şelaleleri izlemek. Ben de çok rahatlıyordum. Babam rahatlamamış olacak üzerime kapana kısılmış bir kedi gibi atladı. “Önümüzdeki maç 3 puan kesin bizim baba” diyemeden vücuduma binen ağırlığıyla koridora yuvarlandık. Annem altımızda kalmış inliyordu. “Baba! Annem büyük acılar çekiyor!” diye haykırdım. Her yerim ıslanmıştı. Suratıma doğru gelen bir elin “Eşşoleşşek” diye bağırışına şaşırırken kendimden geçmişim.



Gözlerimi açtığımda odamda yatağımda uzanmıştım. Başımı sola doğru çevirdiğimde çoraplarımla göz göze geldim. 3 puan bize çok yakındı artık. Derhal kalktım ve 5 inci gole doğru ilerlemeye başladım. Bu kez kafamda tanrının eli vardı. Mükemmel bir orta çıkardım ve kaleci ile aynı anda havaya fırladık. Ben elimle çaktırmadan dokunarak kalecinin üzerinden aşırdım topu ve gol oldu. 5-4 öne geçmiştim. İşte buydu. Çıldırmış gibi sevinçliydim. Aşörtmenimi kafaya geçirmiş tirbünlere koşarken hakemle çarpıştım. Hakem hem golü vermedi hem de bana sarı kart gösterdi. İtiraz etmek için aşörtmenimi kafamdan aşşa çekince annemle göz göze geldim. Gözleri sulanmış bana bakıyordu. Babam ise yerde yatıyordu. elinde muz vardı. Derhal babamı koridora itekleyip kapımı kilitledim. Yatağıma uzanıp yorganı kafaya çektiğim gibi uykuya dalmışım. Beni tek endişelendiren konu çift sarı karttan önümüzdeki maç cezalı duruma düşmüş olmamdı...

5 Eylül 2008 Cuma

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN...


O gün odamda oturmuş evde hayvan beslemenin sakıncalarını düşünüyordum. Hayvanları habitatlarından koparıp dört duvar aralarına hapsediyorlardı. Hayvanları bir eşya gibi kullanıyorlardı. İnanılmaz acımasız ve sevgisiz bir yaklaşımdı bu. Derhal odamdan çıkıp salonun yolunu tuttum. Ailemle konuşmak istediğim çok mühim bir mesele vardı çünkü.

Aşörtmenimi çekiştirerek salona girdiğimde annemle babam şaşkınlıkla bana baktılar. Annem “Gel oğlum otur” diyerek gülümsedi. Babam da doğrularak bana yer açtı koltukta. “Yok anne. Çok fazla kalmayacağım. Bir karar verdim. Evde hayvan beslemek istiyorum” dedim. Annemin yüzü bir yunus gibi mutlu bir şekilde babama döndü. Babamın yüzü de bir deniz feneri gibi ışık saçıyordu. “Tabi oğlum. Hemen gidip bi kedi köpek yavrusu getireyim. Beslersin.” dedi babam. “Yok baba. Teşekkürler ama benim evde beslemek istediğim hayvan başka.” “Ne istiyorsun oğlum söle? Muhabbet kuşu mu? Yoksa papağan mı?” Diyerek gülümsedi annem. Babam ayağa kalkmış elleri ile omuz başlarımdan tutmuş sevgi ile beni dinliyordu. Babam da sordu “Ne istiyorsun oğlum? Hangi hayvanı?” “İstediğim havyan Komodo ejderi...” Babamın ilk önce göz kapakları ayrıldı, kaşı havaya kalktı. Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş kaybolurken kaşı da aşşa indi. Kollarını da omuz başlarımdan çekti. Hızlı bir hareketle sehpanın üzerine uzanıp bir sigara alıp, yaktı. Uzaktan bana bakıyordu. Sigarasını yavru bir keçinin annesinin memelerinden süt emmesi gibi emiyordu, vantuz gibi. Annem “Ne ejderi olm? O nasıl hayvan” dedi ağlamaklı. “Şu an dünya üzerinde yaşayan en olağanüstü hayvan anne belki de bir dinozor. Bunu kimse bilemez. 4 metre boyu var. Ve ağzındaki salyasında her an 40 ölümcül bakteri yaşıyor. Ve aynı zamanda panzehirini de kendi içinde taşıyor. İnanılmaz bir hayvan. Bana en yakışan hayvan o bence. Mükemmele çok yakın bir çift olacağımız şüph...” Kes lan!!!!!!!! Hala konuşuyor. Ne anlatıyorsun lan sen lavuk? Ejderha alayım istersen sana ha ister misin?” “Aslında kesin isterdim ama nesilleri tükendi baba. Çok teşekkürler...” “ Töbe yarabbim yahu! Lan oğlum sen delirdin mi?! İnsan gibi bişey istesene! Ne komodosuymuş ejderiymiş!” “ Usain Bolt o zaman. “ “?????” “İnsan istersem Usain Boltu isterim. Bakkala kadar yarışırız ya da koridor da olur. Start hakemi emrinden çıkma çalışması yaparız. Bence koridor yeterli uzunluğa sahip konu çalışmalar için. Ranzada alırız benim odama. Usain altta ben üstte yatarız. Sence de öl...” “Siktir git lan odana! Delirttin beni yine!Allahın manyağı ya!”




Odama gittiğimde kendimi Usain Bolt ile bakkala giderken hayal ettim. Benim elimde bir tasma, tasmanın ucunda muhteşem bir komodo ejderi. Yürüyoruz. Aniden “Bakkala kadar yarıııııııış!” diye bağırıp depara kalkıyorum. Usain yanımdan fişek gibi geçiyor. Zavallı komodo ejderim ise arkamda deli gibi koşmaya çalışarak bana yetişmeye çalışıyor. Usain ve ben bakkalın önünde sevgi ile onu bekliyoruz. Badi badi sürünerek geliyor yanımıza. Usain altın, ben gümüş, komodo ejderimiz de bronz madalya kazanıyordu. Sarmaş dolaş oluyoruz üçümüz. Mahalleli bize gıpta ile bakıyor. Böylesi bir üçlüyü tarih yazmadı. Bunları düşünürken uyuyakalmışım. Uyandığımda aklımda tek bir fikir vardı.



Aşörtmenimi sıyırıp çıkardım bacaklarımdan. Tüm çıplak vücuduma japon yapıştırıcısı sürdüm. Sonra da yere yeşil ile gri renkli kağıtlar, leblebiler, fasulyeler, kırık fındık fıstık ceviz kabukları serpmiştim. Komple onların üzerinde devrildim durdum bir süre. Küçük bir leopar yavrusu gibi şendim. Ellerim ve ayaklarım havada bir o yana bir bu yana salınıyordum. Özellikle sırtımın her bir santimetrekaresine bir şeyin yapışmasını sağladım. Daha sonra kollarımın üst taraflarına bacaklarıma her yerime kendim yapıştırdım. Hamurdan yaptığım tırnakları el ve ayak parmaklarıma takıp kahverengiye boyadım. Göğsüme de annemin ruju ile Jamaica yazdım. Aynada kendime şöyle bir baktım. Resmen bir komodo ejderi olmuştum. Çok mutluydum. Ağzıma da küçük bi çatal almıştım. Dilim olarak kullanıyordum bunu da. Koridora çıktım.

Koridorda sürünerek ilerliyordum. Ağzıma doldurduğum aseton, calgon, pril, tuz ruhu, omomatik biraz rahatsız ediyordu ama önemli değildi. Salyamın ölümcül olması kaçınılmaz bir gereklilik idi. Arada ağzıma çatalı sokup sallıyordum. Annem beni gördüğünde salon ile mutfak kapısının 2 metre uzağında sürünüyordum. İnanılmaz bir çığlık atıp babamın ismini haykırdı. Annem sevinsin diye çatalı aşşa yukarı bi kaç kere sallayıp gülümsedim. Babamın salon kapısına gelmesi 1 saniye bile sürmemişti. “Tebrikler baba! Usain Bolt bile gelemezdi bu kadar çabuk!” demek için dilim olan çatalı ağzımdan alırken, ağzımdaki karışım inanılmaz midemi bulandırdı. Köpürmeye başlayıp, kusmaya başladım. Aseton ve tuz ruhu hiç iyi gelmemişti. En son “ Komodo ejderleri dünyanın en mükemmel hayvanlarıdır. Keşke de kankam olsalar” dediğimi hatırlıyorum. Kendimden geçtim. Kendimden geçerken yanımdan fırtına gibi Usain Bolt geçti. Ellerini iki yana açmış bana gülümsüyordu. “Kesin dünya rekoru bu dostum...” dediğimi belli belirsiz hatırlıyorum...