Hayatını arka bahçelere adamış bir kadın. Gerçekten de hemen hemen hepsini görmüştür kanaatimizce. Rengarenk bir düş olmuştur bahçelerinde hayatın, tam da arkasında. Gizlemiştir kendini belki de. Çok ölen mi bilir yoksa ölecek olan mı sorusuna cevap vermiştir varoluşuyla. Siz hiç öldünüz mü der sanki her şiirinde. Evet diyemezsiniz çünkü o gerçekten ölmüştür artık mecazı kalmamıştır mealen. Şiirler yazmıştır badem ağaçları gibi ekmiştir onları da yerlerine. Çiçekleri yeşerir her haberdar olan bünyede, zamanı gelince... Fakat ne yapsa da, o karanlığın sol eline sahip bedenine, beynine laf geçirememiştir. Bu denli bir üstbakış ile fiziksel olarak devam edememiştir yaşamaya , çok anlaşılır. Fakat bizim karanlığımıza aydınlık olmuştur eni sonunda o sol eli ile, karanlık bir ışık yayarak, tam da beynimize saplayarak parmaklarını, anlamak için hakettiğimizi vererek, acıtarak. En nihayetinde sürekli bir tekrardan başka birşey görmediğinden, bırakmıştır arka bahçe gezintilerini artık Nilgün Marmara, şu iki adımlık dünyada, gördüklerini bize bırakarak...
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?
Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.
Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,
uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!