28 Mayıs 2010 Cuma

ZIM ZIM ZIMEYY GEZİSİ PART 2

PREVIOUSLY ON ZIM ZIM ZIMEY !!!

Bİ ALTTAKİ POST OLM İŞTE GİT OKU ALLA ALLA. PRİMİNİSLYMİŞ...

Şanlıurfadan basarak uzaklaştık. Yüzümden düşen bin parçaydı. Harran beni bitirmişti. Geleceğe dair umutlarımı yok etmişti. Yollar gene tarım ortamıydı. GAP amacına ulaşıyor mu ne diye hislendim kendi kendime. Koçum Anadolu be! Şu topraklara ne gömsen bin katı geri çıkıyor iyi mi diyerek politik göndermeli espri yaptım. Kızıltepe’de bi gerginlik vardı. Birilerine yol sorduk ters cevap verdiler. Niçin böyle yapıyosun bebişim dedim ayaklandılar. Bi daha sormadık. Gaza basıp kaçtık. Sonra ufukta Mardin gözüktü. Mardinde bi mola verdik. Akşam oluyordu. Güneşin batacağını hiç hesaba katmamıştık. Hep Antepte kaybettiğimiz o 2 saat yüzünden güneş batmıştı. Usulca sağ cebimdeki kabarıklığı okşadım. 1000TL. Sweet. Sakinleştim ama kararan göğe bakınca grubumuza Yusuf da katıldı. Yusufladık. Midyat’a doğru devam ettik.

Mardin Midyat arası Ömerli diye bi yer var. Yolu kırıp baştan yapmaya karar verdiklerinden saatte 25 km yol alabildik. Neyse ki 15 dakka sürdü bu hızımız. Hava iyice kararmıştı. Midyat’a girdik ama nereye gittiğimizi göremedik. Hiç ışık yoktu yollarda. Korktuk. Bu toplanan vergiler nereye gidiyordu acaba? Boğaz köprüsünü 1980 model bir taksi radyosu ekolayzırı gibi ışıldatıyordu vergiler ama Midyat karanlığa terk edilmişti. Neyse Midyat’a girdik. Oteli aradık epey. 2 tur attık Midyatta bulamadık. En son 8-9 yaşlarında iki velet bizi gördü karanlıkta. Arabaya doğru depar atıp Sıla’nın evini mi arıyorsunuz? Gelin abi deyip koşmaya başladılar. Arabanın farlarını üstlerine tutarak takip ettik bunları. 700 metre koştular. Nefes nefese bi yeri göstererek bizi beklediler. İndik Sıla’nın evi burası abi işte dediler. Biz Sıla’nın evini aramıyoz ki Ezel’in evini arıyoz dedim boş boş baktılar. Çocuklara ücretlerini verip otele giriş yaptık.

(Meğerseme Midyatta burada kalmışız. Sabah anladık : ))

Kakam vardı. Derhal klozet kapağı ile göz göze geldim çünkü kırıktı. Kalbim kırıldı. Göt etimin ıslak taşa değdiğini düşününce sinir krizinin eşiğinden döndüm. Saydırmaya başladım Betsy and Marla Singer’a. Dedim öyle de böyle de bıdı da dıdı da. Negsel Amalfi Roma dururken nereye getirdin beni. Saçımı süpürge ettim şu klozetin kırığına bak dedim. Feveran ettim. Dışarısı hayvan gibi karanlık ben yemek yemeye gitmem o karanlık sokaklara. Ayrıca yarın derhal Midyat havaalanından eve dönüyoruz diye ultimatom verdim. Tamam hayatım diyerek yanağımı sevdi. Sakinleştim. Kaldığımız konağın girişindeki geniş avluya gidip sandalyelere oturduk. Çay vardı içtik. Leblebi yedik. Tadım vardı yanımızda. Karanlığa kimsenin çıkası yoktu. Moralman sıfırdık. Daha doğrusu ben sıfırdım onları da sıfırladım. Yarın dönsek mi dediler hatta. Bu kez utanıp saçmalamayın bakın negsel geldik buraya kadar şunun şurasında ne kaldı diyerek üzüm yedim. Ardından fıstık. Bi yudum da çay. Muhabbet. Sonra konağın sorumlusu Mehmet abi bize Süryanileri, Yezidileri, Arapları, Müslümanları, Yahudileri, Türkleri, Kürtleri ve nasıl da eskiden aynı mahallede yaşayıp gittiklerini fakat şimdilerde neredeyse 500 köyün terk edilmiş olduğunu anlattı. Fındık yedim. Sonra uyuduk. Gerçi ben tam uyuyamadım. Sabah da 05:00 civarı uyandım çünkü güneş doğdu. Tüm kuşlar ve horozlar ses çıkardı. Derhal duş aldım. Tam da alamadım. Duştan damlayan suyu kafama döküp çeşitli akrobatik hareketlerle aynı suyu vücudumda gezdirdim diyelim. Götümün sağ lobu kah klozet kapağının kırığının arasına sıkıştı kah da klozetin ıslak zeminine değdi. Ağlayarak sıçtım. Sessizce I find my love in Portofino adlı türküyü seslendirdim. Sabah sabah bete girmiştim. Neyse sonra sırt çantamı toplayıp çıktım odadan. Herkes hazırdı. Çünkü kimse Midyatta bi gece daha geçirmek istemiyordu. Çünkü akşam dışarı çıkamıyorduk : ( Bi de diğer çiftimiz de böceklerle kanka olmuş dün gece. Kİkikiki diye güdüm bunlara. Demek ki benden daha kötü tatil geçirenler de vardı. Mardin'e gidip orda kalacaktık. Akşam fındık ve leblebi ile akşam yemeği yaptığımızdan açlıktan ölüyorduk. Kahvaltı diye haykırdık. Efendim dedi. Ses bi sokak aşağıdan geliyordu.

(Kahvaltı ettiğimiz geleneksel ortam. Gece yoktu. Sabah çıktı ortaya)

İnanılmaz ama kaldığımız konağın 1 sokak aşağısında han varmış : ( Karanlıktan görememişiz. Hem de süper. Girdik. Adam bize geleneksel Midyat kahvaltısı getirecem size dedi. Ok dedim. Gelenekleri yemeye bayılırım dedim, Midyat kahkahası attı. Sonra getirdi. Bi sürü gelenek koydu masaya domates, közlenmiş biber, kaymaklı yoğurt felan filan. Bi de enteresan bi tost. Çok güzel ama. İçinde ne var dedik. Geleneksel Midyat ketçabı dedi. Ketçap varmış içinde. Böyle böyle kaybediyoruz değerlerimizi diye hayıflandım. Tostumu yedim. Çayımı içtim. Kahvemi de içtim. Keyiflendim birden. Yerleşimi gezmeye başladık. Gümüşçüye girdik. 1 saat çıkmadık. Televizyonda Arapça MTV vardı. Minimal kalça hareketleriyle oynadım gümüşçüde kimse anlamadı. Sırasıyla yüzük, bilezik, tespih aldık. Sonra da çıktık.

(Geleneksel Midyat kahvaltısı. Efsane tost da ortada. Sağdaki erkeklerin tostu)

Arabaya doğru yola koyulduk. Araba bi evin bahçesinde duruyordu. Midyatlı bir amca da altında yatıyordu. Karanlıkta öyle denk gelmiş. Adamı da ezmişiz. Kendisinden özür dileyip çıkardık altından arabanın. Sonra arabaya bindik. Arabanın tüm camlarında minik parmak izleri, dudak izleri ve alın izleriyle yola çıktık. Anladınız siz onu.

(Mardin. Arka tarafta yani. Sinire kestiğimden böle fotolar çekiyodum)

Mardine geri geldik. Bir süre otel aradık bulamadık. Bulduklarımızda yer yoktu. En son bulduk. Arabanın bagaj kapağı kırıldı bu arada. Kapanmıyordu. Neyse Mardin’e gezmeye çıktık. Güzeldi. Turist vardı bi sürü. Sırasıyla önce merdivenden düştüm, ardından garson üzerime ayran döktü ve sonra da dişim kırıldı. Cevizli diye tabir edilen Mardin kebabının içinden çıkan bir ceviz kabuğu alt ve üst azı dişlerimin arasında sıkışarak bana günümü gösterdi. En azından yemek yerim lan diye çıktığım yolculuk dişimin kırılmasıyla cehenneme dönmüş, dizlerimin bağı çözülmüştü. Ulan şimdi ben napıcam diye aç kalmış Vedat Milor gibi sesler çıkardım. GA beni cezalandırmıştı. Delirdim sinirden. Tuvalete gittim. Hepsi doluydu. Sürekli su sesleri ve osuruk sesleri geliyordu. Epey bekledim. Lan bu ne iş deyip bi tane kapıya yüklendim açıldı. Kimse yokmuş içerde. Hayırdır inşallah deyip girdim içeri. Looost!

(dişimi kıran piç kebap)

Mardini gezmeye başladık. Oraya gittik buraya gittik. Fotolar çektik. Ona buna naber dayı çektim. Nasılsın anam. Bazlama mı yapıyon dedim. Sempatik olmaya çalıştım. İnsanlar iyiydi. Ben de iyileştim. Özür diledim GA dan. Şu ana kadar senin hakkında düşündüklerim için beni affet dedim. Senin bereketli topraklarından benim gibi bi kentli yavşak ne anlar dedim. Yağ çektim. Neyse ki affetti beni. Aramız düzeldi. Kucaklaştık bölgeyle.

Deyrulzafaran’a gittik. Foto çektik. Süryani hikayeleri dinledik. Aramice kursları varmış yazın beleş hem de. 4 ay. Gitmem dedim içimden. Türk kahvesi istedim 1 dakkada geldi hem de köpüksüz. Bu ne dedim. Süryani kahvesi dedi. Ses etmedim. İçimden 10 a kadar sayıp içtim. Hoşuma gitti.

Akşam Cercis Murat Konağında krallara layık mezeler yemekler yedik, rakı içtik. Dibim düştü. Dişimin kırığına bile aldırmadan yedim yuttum. Elluci mi ne erikle yapılmış bir kuzu etinden yemek vardı. Ruh hastası gibi tadı vardı. Hiç ruh hastası yemedim ama bence tadı aynı budur. Mükemmeldi. Damağım çatladı. Sonra yattık. 1 saat sonra uyandım çünkü bildiğin fırtına vardı dışarıda yani en azından sesler bunu gösteriyordu. Vay be karasal iklime bak sen dedim. Gündüz götümüzden ter damlıyor gece fırtınadan göz gözü görmüyor. Lakin rüzgarın sesinden uyuyamadım. Yine delirdim. Delirmeme uyanan Betsy and Marla Singer pencereyi açsana bi dedi. Buzdolabının kapısını da açayım mı dedim buna. Tepki vermedi. Deliren benim yavrum sana noluyor diyerek ironik laf çakması yapmaya çalıştım. Nalakası var pencereyi niye açayım yahu dedim. Sen aç dedi. Açtım. Ses mes kalmadı. Meğerse gerzek pencere kasası yüzünden o ses çıkıyormuş. Üstüme esen rüzgara razı olup üşüyerek, en azından sessizce uykuya daldım. Rüyamda Romadaydım. Aşk musluğundan çay akıyordu. Zım zım zımey diye halay çekiyordum Roma meydanlarında. Sabah yine erkenden güneş doğdu uyandık. Kuşlar ses çıkardı.

(Mor Gabriel kafası(temsili))

Mor Gabriel Manastırına gittik. Mor Gabriel ortalarda yoktu. Gizli gizli adamın manastırını gezdik. Tertemizdi ortam. Ben daha önce ülkemizin her hangi bir yerinde bu kadar bakımlı temiz bir tarihi eser görmedim. Duvarları yaladım. Yurtdışındaki Süryaniler destekliyormuş ortamı. Onlar için yapılmış güzelce bir misafirhane de vardı. Gelip kalıyolarmış arada sırada. 70 kişi de yaşıyormuş manastırda halen daha. Ama hiç görmedik. Devlet burada dini eğitim verilmesini yasaklamış. Fotolar çektik. Gülüşmeler. Çıktık. Yeni rotamız Hasankeyfe doğru yola çıktık.

(Mor Gabriel Manastırı aka Deyrulumur)

Not : Bu arada mor "saint" demek, bilmiyorsan öğren yarraam!

(ARKASI YARIN )

27 Mayıs 2010 Perşembe

ZIM ZIM ZIMEYY GEZİSİ PART 1


(Gezi rotamız temsili)

Öncelikle bundan kelli GAP turuna çıktım diyenlerin dilini ısırırım habarınız ola. Güneydoğu Anadolu Projesi turuna çıkmak ne demek olm? Sen hiç hayatında proje turuna çıkan birini gördün mü? Ne bakıyon bön bön? Öyle bölge ismi mi olur andaval? Dolayısıyla ben Güneydoğu Anadolu turuna çıktım. Çok da güzel çıktım. Anlatayım da dinle.

Yıllardır Betsy and Marla Singer Mardin’e gidelim, Hasankeyfte yürüyelim, Balıklı göle bakalım, Nemrut’a tırmanalım diye başımın etini yedi. Ben ise her seferinde öldürseler gitmem oralara. Deniz yok bar yok. Napıcam ben orda, kentsoylu bir insanım ben diyerek burnumun deliklerini havaya kaldırarak dururdum karşısında. Ama bu kez 2 arkadaş daha niyetlenince iyi lan hadi çıksın aradan diyerek ikna oldum zira başımda et kalmamıştı didiklenecek. Kurukafa rulzz!

Yolculuğumuz Gaziantep havaalanına inerek başladı. GA(bundan sonra bölgeye bu isimle hitap edicem) sıcacık insanları ile bizi sarmaladı. Aslında sarmalamadı. Adamın biri elinde Eliot James yazılı bir karton tutuyordu. Hi I'm Eliot diyerek adama yürüdüm. Çok sevindi sarıldık. Sonra birden selamünaleyküm gardaş. Ben Eliot değilim dedim. Adamın yüzü asıldı. Kiralık arabamıza binip mutlu mutlu yola koyulduk. (Eliot daha gelmemişti. )Yok lan ben hiç mutlu değildim. Amına koyim ben böle tatilin diye içten içe saydırıyordum. Ama yüzümü gören sanki bağa mutluluktan ölmekteymişim gibi sanırdı. Neyse bi baktık benzin ışığı yanıyor arabanın. Derhal bi petrol istasyonuna girip benzin aldık. Fulledik depoyu. Bundan sonra gireceğimiz tüm petrol istasyonlarında olacağı gibi bize çay ikram edilmişti. Onu yudumluyordum ama içimden hala saydırıyordum. Sonra ben arabaya doğru yanaşırken bir de ne göreyim? Alttan benzin akıyordu hem de şıpır şıpır. Derhal şirketi aradık. Lan olm bu ne biçim araba? Benzini üstten dolduruyoz alttan gidiyo. 1000 lira harcadık hala depo dolmadı diye veryansın ettim. Hemen geliyoruz efendim dediler. Biz bu arada ikram edilmiş 2. Çaylarımızı da yudumlarken kiralıklar geldi. Şamandırayı kırmışınız depo 60 litrelik siz 125 litre benzin doldurmaya çalışmışsınız içine dediler. Tamir ettirip gelelim dediler. Ok dedim. Ama sinirli bir ok. Verdim veriştirdim. Sonra adamlar aynı paraya Mercedes karavan teklif ettiler bize. Özür diliyorlar. Ama bir yandan da şamandıra tamir oldu hiç bi sorun yok artık diyolar. Ona da ok dedim sinirli sinirli. Peki ya yere akan 1000TL lik benzin parası ne olacak dedim. Cevab veremediler. Zaten cevap verme bana para ver dedim. Aldım 1000TL yi bunlardan. Biz şamandırası tamir olmuş ilk arabaya binip yola çıktık lakin 2 saat kaybetmiştik. Tüm planlarımız altüst olmuştu. Kimbilir belki de o 2 saat hayatımızın en önemli 2 saati olabilirdi. Ama kayıptı işte. O yüzden aldım 1000TL bunlardan. Saatim 500TL ya geldi. Bence güzel para. Neyse Şanlıurfa'ya doğru yola çıktık GA da.

Ortam tarla ortamıydı. Her yer tarla ekim biçim işi. Vay be dedim. Hiç beklemiyordum. Hele Urfaya gelince asıl hiç beklemediğimin Urfa olduğunu anladım. Daha doğrusu anlamadım. Lan dedim biz araba sürerken acep uyuduk da Halep'e mi geldik? Ortam bildiğin Suriye gibiydi. Kadınlar Arap kadını gibi erkekler de Arap erkeği gibiydi. Meğerse zaten Araplarmış. Vay bana vaylar bana. Balıklı Gölden 4 kilo balık avladım. Yer gök balıktı olm. Çok kolay oldu. Sırt çantamı sokup sokup çektim göle. İçi balık doldu. Bazı balıklara da sarılarak yahut ortalarına geçerek foto çektirdim. Kulak yaptım Urfalı balıklara arkadan. Çok sıcakkanlı balıklar Urfa'nın balıkları. Sweet.


(birazdan sırt çantamla yakaladığım balıklar)

Sonra bi de kebap yemeye gittik tabime. Mükemmele çok yakındı. Hele bi de sıvı isot içinde soğan vardı ki of. Dedim garsona İbo da geliyor mu buraya, kebabı yiyür mu? Yok abi dedi. İbo abim marka sevmez. Münferit yerlerde yer. Ciğerci bi arkadaşı var ona gider. Çok iyi dedim. Peki sende Ayağında kundura'nın olduğu albümü var mı dedim yok dedi. Ayıp sana be dedim. Ondan sonra Urfadan ayrıldık. Urfanın bazı arka sokakları bildiğin Pakistan gibiydi. Taziye evi gördüm. Güzel sektör. Ben de girecem o sektöre. Poşi 2TL ydi. Almadım.

(Urfada kebap ortamları)

İstikamet Harrandı. Asık suratım neşelensin diye Harran Kültür Evi adlı güzide bir mekana gittiğimiz belirtildi. Neşelenemedim. Çünkü tam neşelenmeye niyetlenmişken Harran’a gelmiştik. Ve çünkü Harran inanılmaz ıssız ve bakımsız, virane, fakir bir köydü. Belki de köy bile değildi. Sarıydı. Çöldü. Arabayı park eder etmez ıssızlığın ortasında nereden peydahlandıklarını bile anlayamadığım küçük çocuklar aniden etrafımızı bundan böyle her gittiğimiz yerde olacağı gibi sardı. Kah bize bölgeyi anlatmak kah da yeşil leblebileri ipe dizip meydana getirdikleri bilenzikleri satın almamızı üsteliyorlardı. Yok dedim. Olmaz dedim. Gülümsedim. Havaya baktım. Cebimde bişi arıyormuş gibi yaptım. Sinirli baktım. Okula gidiyor musun dedim. Zım zım zımey deyip halay çektim. Hiç gitmediler. Dedim bunlardan Samsung’a bi satış ekibi kur bak nası da pazarın mına koyarlar. Mükemmele çok yakın bir satış ekibi. Hem de asla yılmıyorlar koca koca gözleriyle. Bi tanesi arabamızın çizilebileceğini ya da lastiğimizin indirilebileceğini ima etti. Üstüne yürüdüm. Hava çok sıcaktı. Harran Kültür Evi’ne girene kadar peşimizden geldiler. Bilezik satmak ya da yörenin tarihini anlatmaktı amaçları. Sıcak beynimi yedi. Tek tesellim yine de Harran Kültür Evinin o nezih ortamında yudumlayacağım espressolar ve yanında üzümlü iber yarımadası kurabiyeleriydi. Fakat Harran Kültür Evi tam karşımızdaydı? Kahkaha attım içimden bunu karşıda görünce. Kafayı içeri bi uzattım ve gördüm evi. Kültür şokuna maruz kaldım. Kültür evi değirmen taşlarının etrafına dizili tahta taburelerden oluşuyordu. İçerden kafatasının etrafına mor bi eşarp bağlamış, yüzü topraktan hallice bi amca helllöö diye bize el salladı. Hello değil selamünaleyküm dayı dedim. Ehlen ve sehlen dedi. Buyur etti bizi. Hoşbılduk dedim. Oturduk. Allahtan güneş gözlüğü vardı gözümde de gözümün nasıl da ayrık olduğunu kimse fark edemiyordu. Şaşkındım. Sonra genç bi çocuk bize mıra getirdi. İçtik. Gruptan biri mıra içtiği fincanı masaya koyunca çocuk başladı Hadi beni everecen artık gibi şeyler söylemeye. Bu işin kuralı buymuş. Masaya konmazmış. Eline geri verecekmişin mıra içtiğin fincanı. Bizim kız da ne bileyim ayol hiç de bile dedi bize öyle bir bilgi gelmedi dedi. Hem sen daha küçüksün napıcan evlenip dedi. Oğlan 18 yaşındayım. Tam yaşımdayım. Gencim güçlüyüm diye itiraz etti. That joke isn’t funny anymore dedim çocuğa. Bana soğuk bi soda ver bakim ordan deyip olaya müdahale ettim. Sonra foto çektik. Dışarı çıktık. Tabi ki çocuklar ve onların iri gözleri eşliğinde arabaya kadar yürüdük. Artık çocuklara kızamıyordum. Normal hava su toprak gibi bişilerdi benim için. Arabaya bindik ve gavur amı gibi yanan topraklara sürdük arabamızı...

(Harran Culture House)

(ARKASI YARIN)

26 Mayıs 2010 Çarşamba

BENİ AFFET LOST : (((


Lan evet olm. Dünden beri bunu düşünüyom. 6 sezondur adamlara etmediğim hakaret, sövmediğim akrabası kalmadı senarist ekibinin. Sorularıma cevap verin lan diye tutturdum. Ha verdiler mi cevap hayır cevab veremediler. Ama dizi bitti lan : ((( Ben hiç dizinin biteceğini düşünmemiştim. Ama dün bitti resmen. Çok üzgünüm. Geri başlasın Lost, please. 15 sezon devam etsin ya da 35 sezon. Hem de sorularımıza cevap alırız : ))) Evet bence 35 sezon daha devam etsin LOST. Yeniden başlasın. Lan nasıl biter Lost! Bitmesin!!! Fok!!!

Sürekli gizem içinde bırakırdı bizi sonra da hiç birine açıklama getirmezdi ama bizden biriydi Lost. Sanki dayım ölmüş gibi oldu Lost bitince : ((( Ağlayasım var dünden beri. Mutsuz ve umutsuzum. Lostsuz geçen ömre koyim. Bu seneki tatilimi Lost adasında geçirecem. Şurası göz göze geldiğimiz yer felan diye türküler söyleyerek gezecem adada, ağlayacam gönlümce. Yerdeki taşlara sarılacam, ağaçları yalayıp otları ağzıma sokacam. Ah Lost. Seni çok beğeniyor ve özlüyorum. Seni indirmekten keyif aldığım kadar hiç bişeyden keyif almadım ben. Tek tek bytelarını izlerdim sen inerken usulca komputerime. Sana altyazı bulmak gibisi yoktu. Altyazını bulup içine bıraktımmıydı nası da kanarya gibi şakırdın, neşelenirdin. Ne tatlıydın. Valla daha fazla yazamıcam. Tüylerim diken diken oldu. Lost geri dön, beni affet. Seni seviyorum...

25 Mayıs 2010 Salı

SEVİŞMEDEN UYUMAYALIM LOST !!!


Açıkçası daha dün döndüm İstanbul’a. İnanılmaz bir Güneydoğu Anadolu tatili yaptığımdan bugün sabah izleyebildim Lost’un finalini. Bu yüzden gecikti final yazım.( GAP tatilimi de yazıcam meraklanmayın. Lost in GAP!!! )

Lost bitti lan resmen?? Nasıl yani? Teori felan da üretemicez artık. Ciddi ciddi bitti hem de götüme benzer. E peki biz ne izlicez şimdi? Adamlar resmen girişi olan gelişmesi olan ama sonucu olmayan bir hikaye izlettiler bize. Yani sonucu yok derken adada olanlar hakkında hiçbir açıklama getirmediler. İyi de adadaki olayları açıklamıyorsan ulan biz niye izledik bu diziyi?! Orospuçocukları!!! Lan amın flütleri! Hani bilimsel açıklama? 3 kulvallahü bi Elham gibi final verdiniz lan bize?! Dizinin adını “İnanç dünyası” koysaydınız bari piçler ne Lostu!! Allah belanızı versin. Kızıl kıvrım tutasıcalar sizi be! Boynunuz altında kalsın hepinizin! Resmen hayatımızı çaldınız lan! Bilmem kaç bölüm kaç dakka izledik. Terbiyesizler! Satılmışlar! BU nasıl final lan!!! Madem öyle cevap verin bakalım!!!



• Lan kaç bölüm izledik, kaç bölüm herifin aşkını izledik. Iraklardan Amerikalara sersefil oldu adam peşinde. Nadia diye öldü bitti, kurudu adam. Ama finalde nooldu? Herif gitti Shannona yapıştı. Yuh! Bu nasıl Araf???

• Bu nasıl Araf? Tekrar soruyorum. Canı isteyen cennete gidiyor canı istemeyen ben biraz daha takılacam burada diyor. O ne lan? Lostieler ne sikim ki adamlar peygamberlerden daha fazla keyfe sahip. Yüzyıllar geçmiş aradan hala birbirini bekliyorlar orda, Hababam sınıfı gibiler aynı. Arafta sınıfta kalmışlar. Güdük Hurley, İnek Şaban Jack felan toplaşıyorlar kilisede. “Ihı Mahmut Hoca” diye sevinip ışığa koşuyolar. Tabiatını sikim ben böyle grubun.

• Alex ile Daniel Rousse neden sik gibi ortada geziyor hala? Niye hatırlamıyorlar? Kalkıp Benjamin kendini Alex’e affettirecek, iyi bi baba olacak ondan sonra ışığa gidecekler demeyin o zaman da tekrar o nasıl Araf lan derim. Amcıklara bak! Din bu değil! Kimse bekleme yapamaz!

• Araf buysa amına koyim o zaman. Araf’a taktım. Yine işe gidiyo millet. Ssk+yol parası. Geçim derdi. Kurtuluş yok eşek gibi çalışmaktan. Kira ödüyoruz.

• Desmond’ı anlatın bana? Nasıl iş bu? Nası tüm evrenlerde geziyo olm adam? Lan olm Desmond ne lan? Böyle şey mi olur? Adama bak? Manyetikmiş de elektroymuş? Yok ya.

• Diyelim orası Arafmış. Daniel Faraday ın anası niye milletin hayatlarını hatırlamasını engellemeye çalışıyor? Araf muhtarı mı olmuş? Araf’ın içinden mi? Niçin milletin Araf’ta takılmasına devam etmesini istiyor. Deniz Baykal mı yoksa o? Laik mi?

• Mr. Eko nasıl olmaz lan finalde? Allahsızlar. Lan adam dizinin en efsanevi karakteriydi. Nasıl yok? Hellö Jöoan diyerekten daha dizinin ilk sezonlarında bize tüyoyu vermedi mi? Verdi! Mr Eko rulllzzz!!!

• Adanın tıpası var lan lkajshdlkajhsdkljhasd

• Pırlantacı çiftin hayatını niye izledik olm biz? Ne alaka? Azınıza sıçım ben sizin!

• Walt’a nooldu olm? O niye çıkmadı hiç bi daha? Adama ne payeler ne güçler vermişlerdi güya. O zaman niye izledik biz onları? Satılmışlar!

• Dizi başladığından beri her bi siki açıklıcaz hem de bilimsel diyen dillerinize kaynar çay dolu bardakları değdireyim e mi senaristler. Bu mu lan açıklama? Dizinin adı Allah var mı acep olsaydı o zaman ya da dediğim gibi inanç dünyası olsaydı. Bilimsel açıklıcaz diyor bi de. Bu nasıl bilim lan? Araflar, bağışlanmalar felan filan. Cennet cehennem fıstık kabuk. Ortama bak. Bu resmen ayıplı maldır. Tüketici hakları koruma derneğine şikayet edeceğim sizi piçler! Fok u biçız!

• Madem John Locke kara dumandı. Diyelim ışığın olduğu ortama girdi ve gücünü kaybedip fani oldu. Eli kanadı halattan. Ona da ok. Lan iyi de madem adam artık kara duman değil bu durumda Locke un bedenini kullanıyor ki Locke ölü. Ya da Jacob ın kardeşinin ruhunu kullanıyor ki o da bedensiz. Lan o zaman ne sikime o adam ortalarda gezdi fiziksel olarak? Şempanze gibi öldü? Nasıl ?

• Lan böyle dizi finali mi olur? Hem de Lost finali!

• Daniel Faraday ne diye paralel evren olaylarına girdi? Niçin? Quantum fiziği felan anlatıldı.

• Lan bütün bir hikaye adadan ayrılmak isteyen zavallı bir küçük çocuk yüzünden miydi yani? Nedir lan bu saçmalıklar? Adam ölürken bile adanın kenarına düştü. Ayrılamadı bir türlü mü? Neden? Amınıza koyim ben sizin!

• Madem black smoke adada ölmüşlerin bedeninin şekline bürünebiliyor Kate’in atı da adada öldü lan? At uçağa mı binmiş? Nasıl adaya gelmiş piçler!!!

• Zihinde zaman yolculuğu kavramıda götünüzde patlasın bu arada!

• Faraday ve Charlie’nin çaldığı o şebelek şarkı neydi lan? Amacı ne lan?

• 4815162342 diye yediniz bitirdiniz bizi ondan sonra da tebeşirle çızıktırılmış şeyler işte dediniz. Laaaaaaaaan!

• Jacob’ın ve dumanın sahte anası nasıl o külübeleri yerle bir edip yaktı yıktı herkesi öldürdü? Lan nasıl?

• Benjamin nasıl Kara dumanı çağırdı? Nasıl kontrol ediyordu? (Madem kara duman adayı terk etmek istiyordu mis gibi gemi gelmişti askerler vardı ortamda gemiyi kumanda edecek. Niye gitmedi?) Alex askerler tarafından rehin alınmıştı. Gidip gizli geçidinden bi tıpayı çekmişti sular gitmişi felan filan. Black smoke da gelip ortalığın anasını bellemişti, tüm askerleri öldürmüştü. So what?

* Charlie zaten Desmond'a hatırlatmıştı herşeyi niye kendisi bi daha hatırladı Claire doğum yaparken herşeyi? Unuttu mu yani? Fok!

• Jacop niçin en başında ortaya çıkıp bizimkilere bu hikayeyi anlatmadı? Laaaaaaaan! Niye 6 sene bekledi?! Hem Jack Jacob'ın yerini alırken bi Latince dualar bir seromoni bir şarap gibi bişiler içmeler ama iş Hurley garibime gelince kurbağalı dere suyuna pet şişe sokmalar tamamdır demeler ne lan bu?


Soruların sonu yok. İnanın daha sorarım ama sıkıldım. Ama tüm bu anlattıklarıma rağmen, itiraf etmem gerekir ki Lost’un final bölümünü geçen 6 yılda olduğu gibi kendimden geçerek izledim, nasıl bitti anlamadım. Sadece fazla duygusal olmuştu midem bulandı bazen de ağladım. Teşekkürler, gerçekten mükemmele çok yakın bir tecrübeydi. Lost gibisi gelmedi. Televizyon tarihinin gördüğü en iyi şeyi izledik. 24 Ağustos'u heyecanla bekliyoruz.

Thanks for the waste of time and see you in another life brother…

16 Mayıs 2010 Pazar

TEŞEKKÜRLER BURSASPOR !!!


O kadar mutluyum ki anlatamam, Bursaspor'un elde ettiği bu şampiyonluk o kadar önemli ki anlatılmaz. Ezilmişin, yok sayılmışın, itilmişin zaferi bu, şikenin, alaverenin dalaverenin, iş bilmezliğin, hamasetin hezimeti bu. Türkiyede her alana sinmiş statükonun iflası bu, paradigmanın iflası bu. O kadar mutluyum ki anlatılmaz. Kötüler her zaman kazanamıyor işte, güzel insanlar da gereken azmi ve fedakarlığı en az kötüler kadar gösterirse bu iş olur. Bu gece hepimiz bunu gördük.

Bursaspor sezonun başlangıcında herhangi biri tarafından şampiyonluk adaylarından biri olarak gösterilse açıkçası hepimiz kıçımızla gülerdik. Hepimize kıçımızı terstten gösterdiler. O kadar mutluyum ki şu an göt deliğimle göz göze gelmekten. Benim de zamanında Beşiktaş'ın başında görmek istemediğim Ertuğrul Sağlam'ın teknik yönetiminde, 2-3 tane adı sanı duyulmamış yabancı futbolcu takviyesiyle çeşitli zamanlarda 3 büyüklerde oynayabilmiş daha sonra kovulmuş 2-3 futbolcusu ve onun dışında komple Anadolu külüplerinde boy göstermiş futbolcularıyla, devasa bütçeleri, devasa stadları, efsanevi tribünleri ile fark yaratan, transferleri ile nam salmış 3 büyüklerle mücadele ederek mutlu sona ermiş bir Bursaspor var karşımızda. O kadar büyük bir saygı duyuyorum ki tüm bu olanlara anlatılmaz. Şampiyon Bursaspor! Bu cümle öylesine söylenip haykırılan bir anlamsız Texas cümlesi olmaktan çıkıp bugün engin bir mutluluk denizine yelken açtı. Tebrikler Bursaspor. Malzemecisinden, taraftarına, yönetiminden tüm futbolcularına kadar hepinize helal olsun bu şampiyonluk.

Bir fanatik Beşiktaşlı olarak Bursaspor'un şampiyonluğunu en içten duygularımla kutluyor, devamını bekliyorum. Bursaspor nezninde diğer Anadolu klüplerinin de bu başarıdan feyz almasını umarak sesleniyorum ki , bu ligi lütfen bu 3 gerzeğin eline bırakmayın. Teşekkürler Bursaspor, tüm samimiyetimle kalbimi yeşile beyaza boyadım bu gece, çok mutluyum, ayağınıza sağlık...

13 Mayıs 2010 Perşembe

FİLMLER HAKKINDA DÜŞÜNCELERİM


Film izlemeye doyamıyorum. Kendimi bildim bileli film izliyorum. Bayılıyorum film izlerken. Burnuma kolonya sokup uyandırıyorlar. Uyanıp bi daha izliyorum. Kıs kıs gülüyorum bazen yusuf yusuf izliyorum. Misal rec ödüm bokuma karıştı o filmde. Misal Tosun Paşa yahut Salaklar Sofrası. Çok iyi gülüyorum bu filmlerde. Film gibisi yok. İyi ki bu yönetmenler var, set ekibi var, . İyi ki varsınız : )))))))))))))) Ne iyisi olm alla alla. Böyle lafın azına sıçim. Sanki olmasanız bişey olacak. Hiç bişey olmaz. Siz olmasanız başkası olur ne var yani? Tüm insanlığın amına koyim, hepimizin ecdadını sikim bence. Milyarlarca angut toplanmışız dünyada uyuyoruz gecelerce. Düşünsenize olm amma korkunç aslında. Yatağa giriyon ve gözler kapalı 8 saat çeşitli sesler çıkararak yatağın içindesin. Bilinç yok. Bence bizi uyurken bişeyler izliyordur. Düşün bak odanda sen uyuyon 8 saat. Kim bilir neler oluyor o sırada etrafında. İnanılmaz ama korkunç. Neyse bazen de bokuma benziyor filmler. İşte ben o zaman sinirleniyorum. Misal Soul Kitchen.

(Burda araya giriyorum. Eskiden ekşisözlükte çok ünlüyken kendisi hakkında yazdığım bir entry vardı bir bölümünü paste edecem.

auf der anderen seite
izlerken yapı bakımından mystery train filmine benzettiğim. iç içe geçen hikayelerle güzel bi örgüsü var filmin, rahat izleniyor, nice. yine standart bi fatih akın çalışması. oyuncuları yine çok iyi oynatmış. açıkçası cem özerle evlendiğinden beri kendisine antipati beslediğim nurgül yeşilçayı bile beğendim. filmin merkezinde ise yine alamancı-türk-alman çelişkileri. bazen kim nası, niye ilgileniyo bu mevzularla bizden ve almanlardan başka diye de düşünmüyor değilim. ama adam sürekli ödül alıp duruyo ordan burdan demek ki ilgileniyorlar. açıkçası yine de kendi adıma konuşmam gerekirse, fatih akın komple kendi kimlik çatışmalarından vazgeçip, ne zaman sinema yapacak onu bekliyorum ben. bence çok daha başarılı olacak o gün. çünkü ben artık sıkıldım be fatihciim hep aynı alman-türk çıkmazlarını izlemekten. biliyorum sen bu çıkmazı, kimliksizliği, ait olamamayı hep içinde hissedeceksin ama bunları farklı yollardan anlatsan artık?

her neyse yaşamın kıyısında filmine dönersek filmin politik yanı yahut örgüt olayı biraz yüzeysel ve zorlama olmuş gibime geldi, gerek yoktu sanki ya da bu şekliyle yapıştırma durmuş filmde ya da türkiyedeki sol hareketin bi boka benzemez klişe bi örgütlenme içinde olduğunu söylemek istemiş fatihciim. ya da ne bileyim politik mevzu çok iyi düşünülmemişti, diyaloglar özensizdi. misal hapishanede sakladığı silahın yerini söylemek istemeyen gül'e diyo ki örgütdaşı kadın"örgütün geleceğini tehlikeye atma gebertirim seni!" hahaha neresinden tutsam elimde kalıyor cümle hem hitabet açısından hem meal açısından. bu nası bi örgüt ki tek bi silahla geleceği tehlikeye giriyor? sen de gebertiyorsun gül'ü? anlayamadım. saygılar büyük londra oteli...)

Evet şimdi aradan çekiliyorum. Kendisi derken Fatihi kast ettim introda. Bu yazımdan sonra Fatihciğim Türk-ALman olayından sıyrıldı hakkaten. Beni dinledi. Ama bu kez de Yunana bağladı. Neyse Soul kitchen a dönelim. Ben hayatımda bu kadar kötü bi film izledim. Yok abarttım izledim. Ama Fatih Akın gittikçe daha kötü film çekiyor benden söylemesi. Aşçı dışında izlenecek tek bir oyuncu yok o filmde. Senaryo da çok kötüydü. Tüm bu aksaklıklara da olmuş bu film diyen adam iyi yönetmen olmaz bence. Üzgünüm.

Vavien çok iyiydi. Ama Engin Günaydın hiç olmamıştı. Erkan Can olsa daha iyi olurdu sanki. Sanıyorum Engin Günaydın Zabıta İrfan ve Burhan Altıntop olarak kalacak. Olmuyor, oynayamıyor nedense. Hele ki saçlar sarı elektrikçi hiç olmamış o kuzu dişlerin üzerinde.

İki dil bir bavul. Taş toprak filmi. Zilkif. Sözün bittiği yer hakkaten. Kapılar kapanmıyor işte ne yapsan da. Ceyran yapıyor hepimiz hastalanıyoruz sonra.

Başka dilde aşk. Acemice bölümler var senaryoda. Onlar düzelse süper film olurdu. Kızla oğlan niye ayrıldı ben hiç anlamadım. Anlamıyorum. Mutlu son. Kız hep ceketini unutuyor oğlanın evinde. Yine geldi.

Bazen de hiçbişey anlamıyorum filmlerden. Misal Eraserhead. Hiç anlamadım. O adamın saçı gibi oldum izlerken filmi. Yahut Inland Empire. Açık konuşacam amına koyim ben öyle filmin. David de iyice sapıttı artık. O da Fatih akın gibi. Fatih gittikçe daha kötü filmler çekiyor, David de daha anlamsız. Kafanızı tokuştururum sizin. İnsan gibi film çekin.

Bir de Arjantin favori, İspanya plase, İngiltere sürpriz diyorum, iyi geceler diliyorum. Film izlicem bye biçız...

DENİZ BAYKAL BU DEĞİL !!!


Aslen artık blogu bırakmıştım, cep telefonundan mesaj olayına girmiştim ama sevgili mühendis ve artık virgül yok kardeşlerim yüzünden tekrar bloga dönmeye karar verdim. İstek parçalarını yazdıkları peçete tesadüfen ciğer yediğim lokantada karşıma çıktı. Ok lan deyip bloga döndüm. Kayıtsız kalamadım. Ekşın!

Şimdi bilen bilir, konu vidyoda, Deniz Baykal olduğunu iddia ettikleri kişi önce üçlü çekyatta ayak ayak üstüne atmış oturuyor. Bi kere bu kesinlikle Deniz değil. Zira benim bildiğim Deniz Baykal tahtta oturur. Tahtın arkası altı oktan oluşur. CHP lideri Deniz Baykal çekyatta ayak ayak üstüne atmaz. Halıda çorapla gezmez. Gerçi karşısına adamın biri el pençe divan geliyor orası olabilir ama lakin ki öyle değildir. Vidyonun ikinci perdesinde Deniz Baykal olduğunu iddia ettikleri adam çorap giyiyor kilotla ortalarda geziyor. Bir süre pantolonunu arıyor ortamda. Bu da yalan. Bir CHP lideri pantolonunu kaybetmez. Üstüne üstlük bir kadın var ortamda ve kah kilotlu kah kilotsuz geziyor. CHP liderinin yanında kimse kilotlu gezemez arkadaş hele kilotsuz hiç gezemez. Bu ne cüret! Sikerler adamı! Taban reddeder bunu. Taban reddetmezse Deniz Baykal derhal merkezden atar o tabanı ve onlar red eder. Ardından Deniz Baykal olduğu iddia edilen kişi ful giyiniyor ve iğrenç bir çanta eşliğinde ortada geziyor. Çanta desen çanta değil. Mutemet çantası gibi afedersiniz. Olmaz. Kabul edilemez. Oysa Deniz Baykal olsa James Bond çantası ile gezer. Geyik derisinden. Öyle şey olmaz. Kadın da giyiniyor ondan sonra. Amma sıkıcı amına koyim. Herkes giyiniyor. Bu ne biçim kayıt zamanlaması? Zaten bu nasıl seks kaseti ben anlamadım. Sikim elimde öyle izleyedurdum, kalkayazdım. Bi bok yok. Kah çekyatta oturan adam karşısında duran adam, kah giyinen adam ve giyinen kadın. Ne lan bu? Ayıp. ATV nin ankormeni ne biçim de performans sergiliyordu. Bi kuyudan su çekme hareketi, bi kurbağalama pozisyonu. Nefisti bence. İşte ben ona kaset derim arkadaş! Ne biçim de vuruyordu göğüslere şaplakları. Bu kaset tutmaz aga. Ne idüğü belirsiz saçmalık. Fok u metakafe! İnanmıyorum sana!