27 Şubat 2009 Cuma

TÜRK HALKI MİSAFİRPERVERDİR !!!


Evet sevgili Türk kültürü duayenleri bugün karşınıza yine bir kültür gezisi yazısı ile çıktım. Neden? Çünkü araştırmayı ve araştırma sonuçlarımı insanlarla paylaşmaya bayılıyorum sonra ayılıp tekrar bayılıyorum.

Şimdi gelelim konumuza. Efendim çocukluğumdan beri duyarım bunu ben. Türkler dünyanın en misafirperver insanlarıdır, Turistler misafirperverliğimize bayıldı felan diye. Helga Türk erkekleri çok yardımsever dedi diye haberler çıkardı gazetelerde. (Zamanla bu Helga Olga'ya evrildi ki sanıyorum konu evrim videokaset döneminin sonuna tekabül eder.) Hatta bunları güzelim fotolarıyla süslerlerdi. Misafirperverliğimizden deliye dönmüş Helga bikinisinin üstünü atmış ve domalmıştır. Az bakmadım bu fotolara küçükken. Gururum okşanır ve kabarırdı bu fotolara bakarken. Misafirperverliğimizle gurur duyardık. Lakin ben büyüdükçe bu işin aslı nedir diye içime bi kurt düştü ve düşünmeye, somut veriler ışığında bilimsel sonuçlar almaya karar verdim. Başladım yürümeye bir de baktım yine baştayım! Yürüyen merdivende ters istikamette yürümeyi bırakıp, normal yolda yürümeye devam ettim. Ve ilk donelerle karşılaştım. İşte results :




Kimdir bu misafirperver denilen Türkler? Öncelikle bunları sorgulamak lazım gelir. Misal siz Kaçkarlara tırmanıyorsunuz. Yolda perperişan harap bir köy görüp duruyorsunuz. Sonra burada yaşayan insanlar da size ekmek veriyor çay veriyor. Biz de deliye dönüyoruz sevinçten bak bak insanımız nasıl da misafirperver diye. Ama zaten bu insanların ekmek ve çaydan başka bişeyi yok. Yahut Batmanın bir köyünde susuz kaldınız. Bi kapıyı çalıp su istiyorsunuz. O kapının sahibi size su veriyo ama ek olarak yine ekmek ve çay veriyor. Çünkü onun da ekmek ve çaydan başka bişeyi yok. Ama siz yine tura çıkıyorsunuz sevinçten nası da ağırladı beni bi ihtimam bi özen diye. işte insanımız diye saz çalınır fonda. Ya da örneği değiştirelim. Diyelim siz gidip Yeniköy de bi yalının kapısını çaldınız. Çok susadım bi su verir misiniz dediniz. Anında götünüzden evin köpeği ıssırır. Evin bekçisi de azını yüzününüz dağıtır. Yahut o kadar uzağa gitmeyin. Beşiktaş da bi apartmanın kapısını çalın. Çok açım sevgili Türk. Bana yemek verir misiniz deyip gülümseyin. Deyin bakalım neler oluyor görün? Eeee? Hani Türkler misafirperverdi amına koyim? Nasıl iş bu?



Demek ki misafirperverlik denen nane mülkiyet eksikliği ile beslenen bir olgudur. Açıkçası dünyanın her yerinde, fakir halkın yaşadığı bölgelerde herkes misafirperverdir. Zaten hiç bir şeyi olmayan insanlar paylaşır tabi ki elinde ne varsa. Yani adamın zaten hiç bişeyi yok sana bi bardak çay verse, sana bir urup ekmek verse ne olur vermese ne olur. Ama gel gör ki parası olan, bir sürü alet edevatı olan kişiler asla paylaşmaz. Kafasında o alet edevatın devamlılığı, bağlantıları ile dolu komplike bin türlü plan döner durur. Sikerim misafirperverliği derler. Bu ekmek bana lazım der. Çayı da ben içecem der. Çay biterse gidip çay almam lazım der. Durduk yerde çay alırsam kredimi ödeyemem der. Kredimi ödeyemezsem kredibilitem düşebilir der. Beti benzi atar kredibilitesi düşme ihtimali olan insanın. Hayıflanır sararan benzine, suratına kapatır kapıyı allah versin diye. Oysa fakir köylüye kredibiliten yerlerde sürünüyor deseniz aynı bizim küçük oğlan gibi demek ki der. Çay dökim içen mi der.

Dolayısıyla final olarak demem o ki kimse misafirperver değildir, böyle bir gen yoktur. Aslolan paradır. Parası olan adam misafirlerini seçer, parası olmayana tüm bir dünya misafirhanedir. Bunun dili, dini, ırkı yoktur. Netameli günler dileriz...

26 Şubat 2009 Perşembe

ZENGİN FAKİR DİYALOGLARI

Zengin-Senin ev nasıldı?
Fakir – Kutu gibi : )))
Zengin - nasıl yani?
Fakir - Bildiğin kutu. Dört tarafı kiremitlerle çevrili bi oda. Ben yaptım : ))) Ya senin?
Zengin – 28+1
Fakir – Eşittir 29 :)))
Zengin - ??

Not : Az evvel kendimi yalı ararken yakaladım sahibinden.com da. Çünkü akşam süper loto bana çıkacak : )))) Ve 28 oda bi salon ev buldum. Ev de değil de işte. 28 oda bi salon lan ev hahhahaha utanır insan

http://www.sahibinden.com/tarabya_da_otel_ruhsatli_yali-02WQQaXQQ1889810WQQpXQQdisplayitem

Emlakçı da "Kelepir, sakın kaçırmayın" demiş. lkjashdlkjahslkjdasd Aramayı düşünüyorum...

ÇOCUKLUK VE ERGENLİK ANILARIM SERİSİ AKA MASUMİYET


Küçükken yaptığımız bi ton şey var. Ve gördüm ki bunları yazmak büyük prim topluyor. Gerçi tam küçüklük de değil işte ergenlik de olur. Genelde de salaklık çerçevesinde olmak zorunda bu olaylar. Bunları dile getirdin mi millet deli oluyor. Bundan sonra bunları da bloguma yazacam ki primlerim artsın internet dünyasında. Herkes beni okusun, eklesin bloguna. Ben de gugıl reklamları ile geçinir hale geleyim ki çalışmayı bırakabileyim. Başlıyoruz.

İşte ilk anım ;


Küçükken çok yalnız bir çocuktum. Kendi kendimle oynamaya bayılırdım. (Haydar Dümen mektubu gibi başladım lan!? Ama yok yanlış anladınız beni devam ediniz lütfen çok masumane bi yazı bu) Bayılmazdım da arkadaşım yoktu pek. İki kız kardeşim vardı onlar da benle oynamıyordu çünkü ben onları döverdim felan. Neyse en sevdiğim atraksiyonlardan biri mahalleye çıkıp yerden kum alıp saçıma dökmekti. İnşaat tipi kumlar nefis olurdu. Niye döküyon lan kafana kumları diyenleri duyar gibiyim. Ne biçim de duydum sizi : )) Bence pek yakında internet sesli olacak, bu onun simulasyonu. Neyse. Kumları saçıma dökerdim sonra da elimle saçıma vurup temizlerdim üst bölgelerdekileri. Çünkü kafada bariz kum toprak varken ortada gezmek saçma olabilirdi, enkaz altından çıkmış gibi. Amacım dikkat çekmek değil keyiflenmekti. Üst bölgeleri temizledikten sonra rahat rahat elimle saçımla oynamaya başlardım. Amaç şu ; Kum tanelerini saçımın içinde tırnaklarımın içine girdirerek yakalamaç. Bayılırdım bu oyuna. Saatlerce oynanır. Tam bitti derken yeni bi kum tanesinin tırnak içine girip yakalanması müthiş olurdu. Bi keresinde anneannem bitlendim sanmıştı. Gel bakim oğlum haldır haldır kaşınıyor bu oğlan dediydi. Yanına bi gittim kadıncaz deli oldu. Oğlum kim döktü kafana bu kumları dedi. Ben de mahalleden bi çocuğun üstüne atmıştım. Bi keresinde de kum saatinin içindeki kumları kafama döktüm. Bulup bulup geri doldurdum kum saatinin içine. Tam 6 saat sürmüştü. Ama kum saatinden öğrenemedim, tavuklu çalar saatten öğrendim 6 saati. Kum saati bi daha çalışmadı.



Neyse böylelikle içtenlik dolu bi yazıyı daha sonuna getirdik. Bundan böyle nerde içtenlik orda ben. Bakalım nası prim toplucam. Satacam kendimi bana para lazım : ))))))))

25 Şubat 2009 Çarşamba

SEVGİLİ BLOGGERLAR! HELP ! SOS !

Pek değerli ortamdaşlarım,

Çok ünlü bir hacker olmama rağmen son 2-3 gündür blog dünyama hakim olamıyorum. Blog takip listem kayboldu ve üstüne üstlük takip ettiğim blogları yeniden takip etmek için çaba sarf ettiğimde zaten izliyorsunuz adlı bi pencere çıkıyor. fakat konu blogda da takip etmiyor görünüyorum ve profil sayfamda da hiç bir blogu takip etmiyor görünüyorum. Biliyorum bana ne lan yarraam diyebilirsiniz ama belki de demezsiniz ehehe

Nasıl çözülecek bu iş?

Thanks in anticipation,
t&t

24 Şubat 2009 Salı

6 TANE HAYVANÖKÜZÜ GİBİ PROCEMİ AÇIKLIYORUM SEVGİLİM ANKARALILAR!!!


Merhaba sevgili oy tabanlarım,
Seçimler o kadar yaklaştı ki artık kokunuzu bile alır oldum. Bu yüzden vakit kaybetmeden sizler için hazırladığım 6 dev gibi proceyi sizlere açıklamaya karar verdim. Çünkü sizler proce manyaasınız. Procesi olmayana oy vermezsiniz. Ve ben de procesi yok dedirtmem kendime. İşte ayı gibi procelerim!!!


*Dünyanın en büyük dantelini Ankaraya serecem!

Görenler küçük dilini yutacak. Danteli bi kaldıracaklar altında Ankara! Dantelimizin örneğini çıkartmaya çalışacak diğer belediyeler kafayı üşütecek çünkü kimse çıkaramaz! Bu danteli ben yüreğimle, Hitit sevgimle ördüm çünkü! Bazı bölümleri origami, bazı bölümleri kolaj, bazı bölümleri de heykel çünkü. 404 le yapıştırdım.


*Ankaramısa 4 milyon metrekare otlak yapacam! Dünyanın en büyük otlağı !

Ankaralılar kendi hayvanını burada besleyip büyütecek, mangal yapıp yelleyecek. Kendi yetiştirdiği tavukların yumurtasından melemen yapıp yerken, kahkahalar atarak muhabbet edecek. Sürek avı, sıra geceleri hepsi olabilir. İsteyen Hititliler ava da çıkabilir. Otlak o derece müsait. Geyiklerin boynuzlarına 3 kiloluk dambıllar bağladım ki hıphızlı kaçamasınlar sizden diye. Sevgili Ankaralıları avcılıkta bi numara yapacam böylelikle!!!


* Ankaraya dev gibi dümdüz Pisa Kulesi Procesi!

İtalyanların eğri büğrü kulelerini kimse görmeye gitmeyecek bundan sonra oy tabanlarım. Ne o öle? İnsan rahat rahat turistik gezemiyor. Bi gözüm sürekli kulede üzerime devrilecek diye. Ecnebiler akın akın Ankaramısa doluşacak. Rahat rahat kuleye bakacaklar dimdik. Bakarken acıkıp sosisli, pizza, spagetti yiyecekler. Dölarlar yürolar hep kazanç. İnanmayanlar gönye koysun kulemizin dibine. Görecekler ki tam 90 derece!!! Vay be amma da dimdik bi Pisa kulesi deyip kulemize sarılarak fotoğraf çektirecekler!


*Oscarlar bundan sonra Ankarada da dağıtılacak!

Akademiye letter yazdım. Dedim Ankarada Oscar törenleri için bi halk evi açtım. Kesin kabul edecekler. Çünkü olağanüstü bi fikrim var ve bunu da akademiye açıkladım. Ünlü Ankara keçilerinin tüylerini kırmızıya boyadım. Keçileri sıra ile yan yana dizecem. Ve inatçı oldukları için yerlerinden oynamaz hiç biri. Keçilerimizin inadına güveniyorum. Çünkü kenarlara da öğrencilerimizi dizicem keçilere gel diyecekler. Keçiler de gelmeyecek duracak orada öle. Alın size bi de istihdam, öğrencilere iş de buldum! Ve ünlüler bu kırmızı keçilerimizin üzerine basarak halk evine girecekler. Düşünsenize sevgili oy tabanlarım diyelim siz Angelina Jolie siniz. Kımıl kımıl keçilerin üzerlerine basa basa yürüyorsunuz. Kırmızı halıya can verdim! Tabi ki bu minvalde sevgili Ankaralıları da selamlıyorsunuz gülümseyerek o seksi bacaklarınızla. Dudaklarınız çok dolgun sevgili oy tabanlarım : )))) Bence Akademi bu fikrime bayılabilir. Oscar hiç bu kadar yakın olmamıştı bize.


*Dünyanın en uzun otobüsünü Ankaraya getiricem!

Bu öyle bir otobüs ki uzaydan bile görünecek sevgili Ankaralılar! Otobüse diyelim ODTÜ den bineceksiniz otobüste arkaya doğru ilerleyip inince Kızılay meydanında ineceksiniz! İnanılmaz ama gerçek. Sıfır benzin, sıfır hava kirliliği! “Oscarlarda inecek vaaaar!! 16758 inci orta kapıııııı!” Bakınız sevgili bi Ankaralımıs nası da binmiş otobüsümüze ve inmek için şoförle iletişim kurmaya çalışıyor. Hepsi olacak bunların : ))))

İşte sevgili Hititliler! Bunca proce yalan olamaz bence! Bunca proce boş olamaz bence. Oylarınızı şimdiden görür gibiyim. Böyle sandıklar açılıyor açılıyor hep benim ismim : )))))))))) Ne tatlı!

Güle güle sevgili Ankaralılar! Beni Ankaranın yağmurlarında yıkasınlar, beni Ankaranın oy sandıklarına gömsünler!

Not : 6 ıncı proceniz nerde sayın başkan diyenleri görür gibiyim : )))) O kadar seviyorum ki sizleri bakıyorum procelerimi tek tek sayıyorsunuz. Bence sizler de beni seviyorsunuz. Bi oy tabanı çünkü durduk yerde birisinin procelerini saymaz. Ama altıncı proce sürpriz proce. Acaip bişey o. Eğer seçilirsem yapacam. Sadece bir ipucu vereyim İspanya ile ilgili 6 ıncı procem. Seçilmezsem de bu 5 procem feda olsun size sevgili Ankaralılar. Benim yerime seçtiğiniz adayınız yapsın. Çok ayıp edersiniz ama ha öle bişi olursa: ((( Daha gelmem Ankaramısa : ((( I WANT IT ALL, I WANT IT ALL, I WANT IT NOW !!!

KENDİNİ ŞIMARTMAK VE DAHA DA BETERİ ÖDÜLLENDİRMEK ...


Son yıllarda etrafımda kimi kesimlerin aklına bişiler oldu. Azaldı gibi bişiler oldu. Kendinden üçüncü tekil şahıs gibi bahseder oldular ki bu da ürkerek izlediğim şizofrenik bir yapıdır. Bir ekosistemde şizofrenler artarsa ben derhal normal olurum çünkü. Aykırı olmadan yaşayamam di mi lan Tyler? Evet Travisciim. Marjinallik benim tabiatım, çılgınlık göbek adım! Psikolog bile olabilirim!!! Neyse. Son yıllarda sık sık duyduğum bu lafların amacı ne? Niçin insanımızın aklı azalıyor? Plazalar hayatlarımızı mı sikiyor? Nedir bu şımartılma ve ödül telaşı? İnceleyelim.
.
.
Kendini şımartmaç. Gotik bi kavram. Bir insan neden kendini şımartmak ister? Belli ki çevresince yeterince şımartılmadığına hükmetmiştir. Madem kimse beni şımartmıyor ben de kendi kendimi şımartırım denmiş. Denmiş denmiş de işin pratiğe dökülmesi biraz müphem bir durum alıyor. Şimdi hep beraber kendini şımartan birini izleyelim ;

-Ayyy çok tatlısıııaaan!
-Kikikik teşekkür ederim.
-Bunu senin için yaptıaaam : ))
-Aaaa dövme mi o?!!!
-evıııaaet :))))))))
-Peki dövmen ne onu anlayamadım?
-Kızılkayalar hamburgeri ve yanında ayran : ))))
-Canımsıaaan!En sevdiğiiiim yiyecekler! Sweeeeeeeeet! : )))


Gördüğünüz gibi inanılır gibi değil. Adam ya da kadın kendini şımartmak için koluna Kızılkayalar hamburgeri dövmesi yaptırmış kesmemiş ayranı da dövmüş yanına. Canı çekince kim bilir hamburgeri ısırmaya çalışıp ayranı bile yalar. Kendi kendine bebek taklidi yaparak konuşuyor. Olacak şey değil. Şımarmamak elde değil.





Şimdi gelelim kendini ödüllendirmek meselesine. Bu kendini şımartmaktan bi derece daha vahim bence. Hadi gene şımarma mevzusu daha çok içsel bir şey. Ama ödül bildiğin somut lan? Mesai harcıyo felan işe. Gidiyo ödül sipariş ediyo ödülcüye. Onu teslim alıp eve getiriyor felan filan. Şimdi tabidir ki yine dümdüz yaklaşırsak mevzuya bu arkadaş da etrafınca yeterince ödüllendirilmediğinden müzdarip ki böyle bir yol seçmiş kendine. Sanki bana köpek bu arkadaş bisküvi felan verelim bari yarraaam! Ödüllendirilsin de nası olursa olsun demek ki! Nası da sevindi bak kuyruğunu sallıyor! Sopayı atim uzağa sen de git getir piç o zaman! Kendini ödüllendiriyor yahu adam! Plaket veriyor kendisine. Alkışlıyor kendi kendini felan. Al izle ;


-şak şak şak
-Evet bugün burada toplanmamızın nedeni bugün burada toplanmamızın nedenidir.
-Şak şak şak
-Üstüne üstlük ödül vermek için de toplandık.Ödülümüzün nedeni ise yok. İçimizden geldi.
-Şak şak şak
-Evet işte o kutlu an geldi. Sizi sahneye alalım sevgili kancık kişi. Işte ödülünüz.
-Ühühü çok duygusal anlar yaşıyorum. Hiç beklemiyordum bu ödülü. Gerçi bekliyordum ama bu çok ani oldu. Bir gün birisi gelip bana deseydi ki “ Gün gelecek kendi kendini ödüllendireceksin”, ona kaba etlerimle gülerdim. Oysa ki bugün ağlıyorum. Ne değişti peki? Demek ki bana bişiler olmuş. Neyse önemli olan ödülü kazanmak. Kendime buradan çok teşekkür ediyorum. Ve bu ödülü ikimiz için alıyorum ben ve kendim adına ühüh : )))
-şak şak şak


Ben açıkçası kişisel hayatımda kendisini şımartan ve kendisini ödüllendiren insanlardan uzak dururum. Tehlikeli adamlar bunlar. Sırıtışlarına iblis girmiş bence, nefeslerinden zebani kokuları gelir bence. Madem bu tribe girmişler kimse garanti edemez bir gün bu maymunların kendilerini cezalandırmak istemeyeceklerini. Kendilerini cezalandırmak için de bir suç işlemeleri gerekliliği hasıl olabilir o hastalıklı beyinlerinde. Ve kimse garanti edemez ki bu suç beni öldürmek olmasın? Yahut sizi!!!? Bence kaçın!!!! Bebek taklidi yaparak konuşan kızlar bence saykopat birer seri katil adaylarıdır! Kaçın!




Not : Genelde ilişkinin bazı anlarında bebek taklidi yapacak kızlar yahut kendini şımartacak, ödüllendirecek kızlar ilişkinin ilk başlarında ayı diye tuttururlar. Ayı isterler insandan! Ne yapacaksa. Dolayısıyla ilişki başında size hediye olarak “Bına ayı alır mısaaann?” diye haykıran bi kız arkadaşınız varsa derhal topuklayın ordan derim. Yahut tam tersi. İlişki başında size “Dışkııım bak sana ayı aldııaam!” diye sevinen bi erkek arkadaşınız varsa kaçın ordan. Ayı ne lan yarraam? Oyuncak hem de? Şeytan diyor git bunlara gerçek boz ayı al bırak odalarına.

20 Şubat 2009 Cuma

AND THE OSCAR WENT TO...


Söylentiler doğruysa bu sene verilecek Oscar ödüllerinin kimlere gideceği internete sızmış. Akademi inkar ediyor lakin Kate Winslet, Mickey Rourke, Danny Boyle, Slumdog Millionaire etc. gibileri almış görünüyor ödülleri.

Kim bilir belki bunların rakipleri tarafından nette uydurulmuş bir kumpastır akademiyi kıskaca almak için. Böylece Akademi neye uğradığını şaşırıp sırf ödüllerin sahipleri internete sızmadı diye başkalarına verecek heykelleri. Akademi eğer böyle birşey varsa çık özür dile! Bi kaç götü boklu heykel için değer mi be! Delikanlı ol! IT cini değiştir. Bilgisayarını aç kapa düzelir! Akademi ne amına koyim bu arada ya! Ben de teşekkür ediyorum kendilerine. Akademiye e-mail atıcam...

LOST 05 06

Lost 5 inci sezon 6 ıncı bölüm hakkında küçük bir ayrıntıyı vereyim istedim. Bi işimize yarar mı? Hiç bi sikimize yaramaz. Sike sürülecek akıl bırakmadınız artık adamda. Neyse


Uçakta bizimkilerin yanında oturan herif La Haine nam mükemmel filmde Sayid adlı bir Cezayir kırması Fransız genci oynayan gerçek hayatta da ismi Saïd Taghmaoui olan aktördür. Görür görmez Sayid lan bu ! dedim. Eeeee? dediler sustum. Adamın adı Said olm!! Hahahahha bu kadar. O filmi de izlemeyen izlesin muhakkak.



Bye for now,



4815162342

17 Şubat 2009 Salı

DAHA İZLEMEM "LOST"U !!! ŞLAK !!!




Hi biçız, Hi Dharma duman olmuşlar,

Öncelikle amına koyim ben bu Lost'un. Bıktım yemin ederim sıtkım sıyrıldı artık bu diziden. İzlemicem diyorum olmuyor, yazmıcam diyorum olmuyor. Eşe dosta hısma dert yanmak, Lost'u şikayet etmek istiyorum. Hayvan gibi problemli bi kanka gibi girdi hayatıma çıkmıyor. Bıktım usandım olm senin dertlerini dinlemekten Lost! Gerizekalı!



Evet epeydir yazmıyorum Lost yazısı. En son 4 üncü sezon finalini yazmıştım sanırım. O yüzden 5 inci sezon komple dalacam piçe ya da tüm bölümlere çünkü bana sorarsanız artık sezonu felan kalmadı bu piçin. Ağzını yüzünü kırasım var senin Lost!

Priminisli on Losst!

Öncelikle açık konuşalım yarra yedik zamanda atlaya atlaya. Benim burun felan kalmadı resmen götümden bile kan akıyor artık. Basur ettin beni Lost! İyice zıvanadan çıktı. Zaten hiç sevmem bu zaman yolculuğu muhabbetini dizilerde. Herşeyin azına sıçıp bırakıyor çünkü. Teorilerin sonu gelmişti çoktan. Her türlü biri ya da diğeridir diyorduk zaten ama geldiğimiz şu noktada Hurley'nin annesinden yahut Hurley'in tişört satın aldığı benzincideki kasiyer kız kadar bilgi sahibiyiz bana kalırsa. Otursak konuşsak ağlaşırız bence.



Artık hiç birşeyden emin değilim. Şöyle ki şu güne kadar izlediğimiz hiç bir olay bizim kurguladığımız zaman çizelgesinde geçmiyor olabilir. Yani ilk bölümden beri bize sunulan flash backler sandıklarımız acaba hangi zaman dilimlerinde geçiyordu? Bilemiyoruz. Yani sonuçta aslen Desmond görmüştü Faraday in annesini. Çırılçıplak adaya geri dönmüştü. Hurley ona dev gibi tişörtünü vermişti erotik gezmesin ortada diye. Sonra herşeyi bilir olarak dönmüştü. Çünkü gelecekten gelmişti oraya. “Ignorance is bliss bradaa” demesi de bundandı kanımca. Ya da John Locke. Dolayısıyla Desmond, Locke, Mr Eko felan bunlar hep zamanda yolculuk yaptılar bence. Aynen Mr Eko'nun kardeşi Yemi yi gördüğü rüyalar ki Desmond da gördü rüya fakat anıydı o dedi çıktı işin içinden. Demek ki hepsi anıydı zaten. Bize de attıkları yemi yuttuk o zamanlar hatch de ultraviole ortamda ortaya çıkan haritayı diyorum yuttuk diyorum herşey yazıyordu üzerinde diyorum. Mr Eko nun kardeşini gördüğü rüyalar, Locke un Boone u felan korkunç gördüğü rüyalar Dharmanın parapsikolojik deneyleri bağlantılı sandık çünkü günlerce o haritayı inceledik. o haritanın da amına koyim ben yeri gelmişken! Locke salağının delirip hatchi havaya uçurması ardından oluşan ışımayı hatırlayınız. Biz o zaman ne tatlı ışıdı ortalık ses çıktı felan demiştik. Oysa ki zaten ilk zaman yolculuklarını o zaman yapmışlar meğerse. 108 dakkada bir o yüzden komputere bizim sayıları pompalıyorlarmış çünkü adayı zaman içinde sabit tutuyorlamış ki o hatch patladıktan sonra her şey kontrolden çıktı en azından Benjamin ve tayfasının. Jack ve Kate in neden o iskelenin üzerinde elleri kolları bağlıyken birbirlerine öyle baktıkları da anlaşıldı çünkü ilk kez orada değillerdi. Sevinmişlerdi others ın kampına gidiyorlar diye çünkü muhtemelen bir önceki gelişlerinde others kampına gidememişlerdi. Dolayısıyla özetle demem o ki bizim şu ana kadar izlediğimiz tüm macera aslında ilk macerası, ilk uçak kazaları değil Lostzedelerin. Konu budur. O yüzden böyle deli sikmiş gibi olduk biz. O yüzden hepsi bir uçağın içine doluşup düşüyorlar adaya. O yüzden Benjamin uçağın dumanlar saçarak adaya düşeceğini havada görür görmez Goodwini kanata Ethanı sahile yolluyor çünkü gelecekten gelmişti o ana ki Jack in alameti farikası “I will fix it” hastalığı bu döngünün defalarca olduğunu gösteriyor. Yani diyor ki bu kez fix edicem. The Dark Tower finalini bu yüzden göstermiştim zamanında ki sanırım az kaldı olacak böyle bir giriş. Yani dönüp dolaşıp Jack o ormanın içinde gözünü açıp sahile koşacak sürekli bu kez düzeltmek için. Ama sonsuza kadar devam edecek bu iş. Dolayısıyla aa o buymuş bak bu da şuymuş meğerseme, a lan bu o kız annesiymiş bunun? meğerseme bu kadın o bebek değilmiymiş, adanın constantı bence black rock!, john un babası aslen eltisiymiş demem! Çok da sikimde! Sikimde değilsin Lost!!! Neyse ne güzel anlatıyorum di mi taşşaklarım serinledi.



Bu arada garibim Jin tam İngilizceyi söktü insanlarla iletişime geçecek adam bu sefer de Fransızların içinde kaldı. Yazık lan adama.



Benjamin Linus'un da amına koyim bu arada. Adam ne derse desin sinir ediyor beni. Netameli piç! Sen ne şerefsiz bi adamsın arkadaş ya! Gelip benden borç istesen kocaman bi şlak sesi ile irkilirsin, o ses nası çıktı bileklerden diye bakakalırsın işaret ve orta parmaam arasında zonklayan baş parmaamın kafasına!
.
.
Sevgili bal kutum, Kateim!! Hiç yakışıyor mu sana çocuklu bi ana gibi gezmeç? Hiç yakışıyo mu sana Michael godoşu gibi çocuk manyaa olmak? Ssk, yol parası veren bi iş bul gir bari oldu olacak asgari ücrete! Kutu gibi bi ev bulup evlen bari bıyıklı bi itfaiyeciyle! Kate aklını başına devşir ve adaya dön. Derhal! Aaron felan sana ne kızım elin piçinden? Ver Çocuk Esirgeme Kurumuna gitsin! Kate hadi benim kanatlı pedim doğru adaya hadi kuzuma, yirim : ))) Erotik erotik yürümelerin sahilde sahipsiz. Pliiiiz enginar kafalım : )))
.
.
.
Not : Bu arada zamanında Ekşi Sözlük'te yazdığım tüm Lost yazılarını da siteye koymaya karar verdim. Ne kadar gerzek bir süreç geçirmişim hep beraber görelim diye. Ne gülüyon götüm! Sanki sen çok süper anladın!!!

13 Şubat 2009 Cuma

I HAVE A DREAM ANKARAMIS !!!

Dear Engliş oy tabanlarım,

I love you I love you, do u love me yes I do : ))) How r u? Asl ? Maybe you dont know me but I will be the King of Ankara soon. Come and vote for me. Lets make Ankaramıs a better place. Now listen to my vaadler, check this out, şeyk that ass biç!




Dear Hititliler, I will put a smile on your face. When you enter Ankaramıs you will laugh. And a very happy surprise for you from me ; Ankara Woodstock 2011!! yes you are right. It is mükemmele çok yakın. Too close to perfect. İbrahim Tatlıses, Duman, Ankaralı Turgut, Jimi Hendrix, Azer Bülbül, İsmail YKM, PJ Harvey, Kibariye all of them will be there just for you beybs. This will take place at Gölbaşı. But please dont fuck each other in Woodstock uluorta because we have örf and ananes. You can also ride horses during concerts. A lot of horses. If you want you can play cirit with your hısıms. I have a long hair. Do you? For example I dont need ecukasyon do you? Sous les paves la plage !!!

Dear Ankaralılar, I like you and I miss you. Soon we will be together. Dont worry be happy. Rape me Ankaramıs. Let me take you down, I am coming with my yellow submarine. Don't call me jerk. Close your eyes and let me kiss you Ankaramıs : ))))

Bye for now,
King of Ankaramıs

12 Şubat 2009 Perşembe

YEMEKTEYİZ PROGRAMININ KORKUNÇ YÜZÜ !!!



İsim vermicem geçenlerde üniversiteden bi arkadaşımı televizyonda gördüm. Hem de Yemekteyiz nam, ülkemizin son günlerini domine eden yarışmada. Bu arkadaşımı görür görmez, küçük dilimi büyük dilimle defalarca elleyip elleyip bıraktım şaşkınlıktan. Çünkü bu adam bildiğin sosyalistti. Ciddi ciddi hem de. Lan nasıl iş bu dedim. Sonra Yemekteyiz programına neden katılmış olabileceğini düşündüm bir sosyalistin. Formatı belli bir yarışma sonuçta, çok da fazla komplike olamazdı nedeni. Düşünmeye kaldığım yerden devam ettim. Nedir? 1 gün sen yemek yapacan sonraki 4 gün beleş yemek var. Hatta o senin yemek yaptığın gün de harcırah var. Yani o da beleş. Yani demem o ki bence bu sosyalist arkadaş bu yarışmaya beleş yemek var diye katılmış. Çünkü sosyalizmde bu beleş anlayışı çok var. Yatacan evde devlet sana beleş elektrik verecek, beleş su verecek, beleş doğalgaz sağlıyacak. Üniversite beleş, ulaşım beleş, her şey beleş! Ulan madem tek derdiniz beleşmiş öyle anlatsaydınız ya bize üniversitede ne beynimizi siktiniz yıllarca diyalektik, tarihsel materyalizm diye diye!!? Meğersem sosyalizmi beleş var diye istiyomuş, devlet versin beleşe hizmetleri diye. Dolayısıyla anladım ki yemekteyiz programı aslen küçük bir sosyalizm simulasyonudur. 70 milyonun gözü önünde 5 kişi 1 hafta beleş komün halinde yaşıyor resmen. Çok tehlikeli bence. Devlet buna bişey yapsın! Göreve çağırıyorum birilerini! Rejim elden gidiyor belki de çalgı çengi eşliğinde sizin haberiniz yok!!! O üst ses de resmen Big Brother!!!

Not : Dikkat edin nası da Troçkist bıyıkları var resimdeki amcanın. Arz ediyor bize resmen! El emeği ile yaptım bu gemiyi diyor!! Emek diyor! Proleterler diyor! Ben demiyorum alt metinler bunu diyor!

11 Şubat 2009 Çarşamba

GREGOR SAMSA

Gregor Samsa o sabah uyandığında neye uğradığını şaşırdı. Tüylerini yolmuşlar, bir mangalın üzerine koymuşlardı. Az daha uyusa kızaracaktı. Can havliyle kaçtı gitti. Yeterince uzaklaştığına, tehlikenin geçtiğine kanaat getirince durdu öylece kırların içinde. Gözlerini kırpıştırıp, ibiğini sağa sola salladı. Sabit bir noktaya bakarak, tüylerinin tekrardan uzayıp devcileyin olmalarını beklemeye koyuldu. Sabah olsa da ötsem diye de düşündü…

YÜZME ÖĞRETMENİ

Özel yüzme dersleri verilir. Dersler için öğrencilerin havuzları kullanılacaktır. Havuzu olmayan öğrenciler aramasın!

Cep tel : bıdı bıdı bıdı

SEVGİLİLER GÜNÜ SPAMI

Sevgililer Gününe özel ürünleriyle Sevgililer Günü Reyonumuz Açılmıştır. Sevdiğinize bu sene farklı ilginç bir hediye alarak onu şaşırtın, değer verdiğinizi gösterin...


Konserve istiridye içinde Doğal İnci ile Birlikte Kolye !

Ortalama Piyasa Fiyatı : 35,00 TL
Sevgililer Gününe Özel Fiyat 17,5 TL (Kargo Dahil)

Not : HAHHAHAHAH Konserve! Yalnız sevgiliniz hakkaten şaşırır bu hediyeye.


Esas not : Bundan böyle mail boxıma düşen fantastik spamları sizlerle paylaşmaya karar verdim. See ya biçız!

NBA İSTATİSTİKLERİNE DELİREN EN GENÇ SEYİRCİ!!!


Sevgili NBA duayenleri, evet bu benim ve delirdim. Evet ben de çok seviyorum NBA izlemeyi lakin artık gına geldi bana bu abuk subuk istatistiklerinden. Ota boka istatistik var bu NBA de. İnsan bunları takip etmeye kalkacağına MIT mezunu olur , o derece komplike. Madem öyle buyur NBA! Benden sana istatistik bombardımanı! Tut bunları da!

* Bir maçta turnikeye kalkarken kulağı kaşınan en genç basketçi
* Asist yaparken üzerine sinek konan en genç basketçi
* Smaç yaptıktan sonra yere düşmeyen tek basketçi
* Michael Jordan a benzetilmek için estetik ameliyat olan en genç basketçi
* Bir maçta bench arkasında oturan seyirci hatunu kaldıran en yaşlı basketçi
* Molada koçun verdiği taktikleri dinlemeyen en genç basketçi
* Bir maçta en çok çişi gelen basketçi
* Bir maçta 17 inci sayısını potalı atan en yaşlı basketçi
* Öbür maçta 3 sayı atan ilk ve tek basketçi (İnanılmaz!)

I LOVE THIS GAME !




10 Şubat 2009 Salı

TÜM RENKLER KİRLENİYORDU, İKİNCİLİĞİ BEYAZA VERDİLER!

Beyaz mı?
Eşya mı?
General Electric mi? Değil mi?????
Yahu ben ne yapayım Arçelik buzdolabını?
Vermem oyumu!!
O buzdolabını benim emekçim bile kullanmaz
Ki o benim emekçim belki de buzdolabına ihtiyaç duymaz
O nevi şahsına münhasır tabiatı ile,
O hiçbir zaman eve et alamayışı ile,
Tavuk hak getire,
Yaş üzüm rakısının buğusu,
Dondurulmuş havyar hayal!
Yemekteyize katılsa beş boş tabak sunacak!
Masa tam takır,
Belki de masa yok sehpa!
Yemekten sonra sürpriz olarak,
Emekçi arkadaşlarıyla oturma eylemi koyacak salonun ortasında!
Sloganlar atacak,
Suretinize bakarak alkışlayacak tüm bu olanları!
Yemek hazırlamak için kendisine verilen paraları,
Çocuklarının okul masraflarına harcayacak!
“Hiç beğenmedim boş tabağı” diyecek en yüzsüzünüz,
“Yemekten sonraki sürprizi hiç hoş değildi aynı Cumartesi anneleri gibiydi” diyecek bir diğeriniz!
Ki o,
“Gecekondu” gibi mükemmel bi club isminde oturan,
Çamaşır makinası sesinin uzaklarda yol alan bir trenin sesi ile karıştırıldığı bu coğrafyada,
Dondurma masal,
İçine koyacak bulaşığı olmayan,
Benim aç emekçilerime vermek?
Bu nasıl gaflet!
O zaman sormak zorundayım,
So?
Buzdolabını ne yapsın benim emekçim?
Çamaşır yahut bulaşık makinesini ne yapsın?
Vız gelir tırıs gider senin beyaz eşyaların devrim dururken!
Hey hey ! Kiziroğlu !!!
Devrim yapacak onlar!
Devrilecek her şey!
Tunceliyi dinliyoruım gözlerim kapalı!
Bombalar patladı uzaktan,
Kimse beyaz değildi,
Bu yüzden,
Tüm renkler kirleniyordu,
İkinciliği beyaza verdiler,
Üçüncü Okan oldu…
Tunceliyi dinliyorum gözlerim kapalı,
Birinci emekçiler, içim geçti…



Not : Evet sevgili şiir sapıkları! Söz verdiğim gibi yine geldim ama bu kez erken değil geç geldim. Siz de tatmin olun istedim. Çünkü şiir karşılıklı tatmin gerektirir ki anlatmaya lüzum görmüyorum seks gibidir. Okuyan ayrı yazan ayrı haz alır dizelerde. Dizeleri dizen ve dizeleri aklına düzen ayrı keyif alır. Şiirin tabiatı bu. Hangimiz bir Ağustos sabahı denize girmek istemez yahut hangimiz bir Mayıs sabahı yollarda haykırmak istemez ki? Misal ben isterim hem de çok. Geçen bir Mayıs Pariste olmasaydım eğer mesela kesin meydanlarda olurdum!!! Haykırırdım emekçilerin bu kutlu gününü! Emekçi hakkı gibisi yok bence ki kapıcılar da en önemli emekçiler. Hakkı da nerden baksan bizim 26 yıllık kapıcımız. Onun gibi emekçi görmedim ben. Hakkını sonuna kadar savunur. Devrimden ne haber Hakkı desem aidatı sorar. Öylesine görevine sadıktır. Nitekim bu şiirimde de sonuna kadar emekçilerin yanında oldum, onlara birinciliği verdim. Gözümü kırpmadım! Misal Hakkı bugün gelse kapıma dayansa “Sinan Bey çöp var mı?” dese yok derim. Olsa bile yok derim. Gider kendim atarım çöp konteynırına evin önündeki. Hakkı “Geçen bizim arabanın içine çöp atıyormuşsunuz Sinan Bey, görmüşler sizi, pencereyi açık unuttuk diye mi? Ayıp oluyor ama bizim de kendimize göre bütçemiz var ne yapalım o arabayı alabildik” dedi. İçim burkuldu. Onların bu kendine güvensizliğine mi ağlasam yoksa çöp konteynırlarını araba diye kullanmalarına mı ağlasam bilemedim. Ama yine de ağladım, Hakkıya sarıldım sevgili şiir hısımları. Hakkı da ne diyeceğini bilemedi ve “Neyse Sinan bey lütfen bir daha olmasın. Çöpünüz olursa siz bana verin, ben atarım, siz atamıyorsunuz” dedi. İşte bir emekçinin dik duruşu, hayatı göğüsleyişi buydu. İnanılmaz!. Hakkıyı alkışladım ve verdim eline çöp poşetini. Çünkü bir emekçi emek vermeden yaşayamaz nasıl ki bir manken podyumda yürümeden edemezse. Yeri gelmişken mankenlerin de günümüzün en büyük emekçileri olduğunu yadsımayınız, elinizden geldiğince onlara destek olunuz. Boyları uzun olabilirler, yüzleri aşırı güzel olabilir, deli gibi paraları olabilir lakin tüm bunlar onların emekçi olduğu realitesini değiştiremez. Onların da en büyük hayalleri devrim, bunu asla unutmayın. Nasıl emekçiler görseniz, nasıl gayretli, arzulu! Devrim düşüncesini asla kendinize hapsedip muhafazakarlaştırmayınız çünkü devrim bir nevi orta malıdır. Devrim herkesindir bunu asla unutmayınız. İçinde bitter lemon olmayan vodka olur mu? Bence olmaz. İçinde emekçi olmayan devrim olur mu? Bence olmaz. İçinde kafiye olmayan şiir olur mu? Bence olur! Bal gibi de olur! Şiire kimse kıyafetler dikmesin, kurallar getirmeye çalışmasın! Çünkü şiir en büyük devrimcidir!!! Yıkar geçer, kural dinlemez! O kadar!

MERHABA!!!

ALIENLER BİLE ANKARALI! NE MUTLU ANKARALIYIM DİYENE!!!

Merhaba sevgili oy tabanlarım : ))))))))

Sizden uzak günlerimde en çok sizleri düşündüm. Sürekli elimde hesap makinem oylarınızı hesapladım. Bana vermediğiniz oyları eksi hesapladım. Matematik hiç bu kadar gerçek olamamıştı. Ortaya çıkan sonuç ise tura çıkmam gerekliliğiydi lakin kendime ket vurdum. Çıkmadım tura. Seçim tarihini bekledim kediler gibi. Ufka bakarak gülümsedim. "Ankara benim olacaksın!" diye tonladım Fahrettin Cüreklibatur gibimsi. Bu vakur hareketimden ötürü, oylarımın o an artmakta olduğunu hissediverdim : ))))))

En büyük artım ise Allahtan İstanbuldan aday göstermiyorum kendimi yoksa maazallah Kemal Kılıçdaroğlu üzerime gelebilirdi. Durduk yerde rezili rüsvan olabilirdim. Nolur noolmaz Kemal bu. Anaokulunda Memed'in elinden çaldığım simidi, Hüsniye'nin pazen külodunu görmek için yere kalem atmamı, sümüğümü sıranın altına yapıştırmamı yüzüme vurabilirdi! Kurtuldum ondan! Sevgili Ankaramıs! Ankaranın en güzel yanı Kemalden uzak olması : ))))))))))))))

Sevgili Hititliler! Ankaramısa 2 oda 1 salon roket yerleştiricem. Üstüne üstlük her mahalleye yerleştiricem. Canı isteyen her oy tabanım rokete binip temiz uzay havası teneffüs edecek. Roketlerin üstünü de mozaik karolarla döşemem de cabam. Renk renk minicik mozaik. Hatta renkli mozaiklerden oluşturacağım harflerle “Ankara roketi” yazacak. Roketten çekirdek çintleyip dünyayı izlemek kimseye nasip olmaz. Hem de Ankaralı olarak! Ama bende nasip : )))))))))))


Sevgili Ankaralılar! Unutmayınız ki Kızılay meydanına yerleştirdiğim dev sehpayı unutmadım. Onun da üzerine kül tablası koyucam ki Ankaramıs pislenmesin. Herkes içsin sigarasını ve söndürsün küllüğümüzde. Milli bi hazinemiz bu küllük, izmaritini içine atmayan ise büllük!

Ankaramısın girişine koyacağım ayakkabılık ise dikkat edin hala konu edilmedi. Neden? Çünkü reklamı seven bir tabiata sahip değilim. Eğer öyle olsaydı çoktan neler anlatırdım kim bilir sizlere?

Uzun lafın kısası ben bu seçimde Ankaramısın başına oturmaya talibim sevgili oy tabanlarım. Oturacam o başa! Dev gibi bir Türk bayrağını Ankaramısın semasına yapıştırcam. Sürekli o dalgalanacak. O bayrağın üzerine de Ankaramısın sesi en gür çıkan imamını oturtacam ki ezan her yerden duyulabilsin. Belki de uzaydan! İmama da oksijen tüpü vaad ediyorum!!! Sevgili Hititliler! Uzaylıları da Ankaralı yapıp Kocatepe de Cuma namazına getirecem! Yapacam bunu! "Merhaba dünyalı biz dostuz" diyen alienleri "Merhaba dünyalı elhamdülilah Müslümanım, Türkoğlu Türküm ve en büyük Ankaramıs : )))" dedirtecem! Söz veriyorum evet! Bütçemi ayırdım bekliyorum! Yapacam bunları!




Ne mutlu Ankaralıyım diyene!!!! İyi dersler arkadaşlar!

4 Şubat 2009 Çarşamba

"LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN" HAKKINDA DOKTORA TEZİ !!!


Öncelikle blog hayatıma başladığımdan beri çok da emin değildim hadiseden. Kim okuyacak ki diye düşünüyordum, ara ara ne gerek var deyip yazmaktan vazgeçtiğim anlar da oldu. Lakin bugün posta kutuma sevgili Selim Işık'tan ( http://selimisik.blogspot.com/ )düşen bir e-mail ile resmen şok oldum ve hakkaten bu blog işinin o kadar da boşuna bir iş olmadığını algıladım. Ciddi ciddi kulaklarım kızardı sevinçten ve utançtan. Sevgili Selim bir insan için en önemli şey olan “vakti”ni bizim yazdıklarımıza ayırıp inanılmaz bir inceleme yazısı yazmış. Konu “Lastiği Gevşek Aşörtmen” ki yakında blogu komple kendisine bırakmayı düşünüyorum zira görüyorum ki LGA benden daha ünlü oldu : )

Her neyse gereksiz yere konuşmayayım. Sevgili Selim'in bana gönderdiği neredeyse akademik düzeyde inceleme yazısını sadece kendime saklamayı etik bulmadım, sizlerle de paylaşmaya karar verdim.

Tekrardan çok teşekkürler Selim : ))) Onore ettin bizi, büyük saygılar sunarım.

Ve söz sende ;


"Lastiği Gevşek Aşörtmen

1. Demografik Özellikler
Lastiği Gevşek Aşörtmen hemen hemen her yazısına “o gün odamda oturmuş birşeyleri düşünüyordum” diye başlar. Bu birşeyler ya hayvanlar aleminin üyeleridir ya da sporun bir dalıdır. Demek ki, Lastiği Gevşek Aşörtmen’in bir odası vardır. Henüz hiçbir yazısında kardeşinden bahsetmediğine göre ve içinde düşündüğü ve oturduğu odasına sürekli odam dediğine göre Lastiği Gevşek Aşörtmen tek çocuktur. Babası ve annesi ile birlikte yaşadığı ev muhtemelen 2 oda 1 salondur. Muhtemelen girişin sağında bir kapının arkasında uzun ince bir koridor vardır. Girşin hemen gerisinde mutfak solda ise salon vardır. İnce uzun koridorun sonundaki kapı Lastiği Gevşek Aşörtmen’in odası, o odanın hemen solundaki kapının ardındaki oda ise annesi ile babasının odası olmalıdır. Banyo ise uzun koridorun ortalarından sola açılan bir kapının ardında olmalıdır.

Annesi ev hanımı, babası ise kuvvetle muhtemel memurdur. Karınları aç gezecek kadar fakir ama Lastiği Gevşek Aşörtmen’in merak sardığı pahalı spor aktivitelerini sağlayacak kadar da zengin değillerdir. Bu sebeple sigara ve ekmek almaya gönderilen Lastiği Gevşek Aşörtmen parayı kola ve rulo kata harcadığında babası çok sinirlenmiştir(1).

Lastiği Gevşek Aşörtmen’in babası özünde iyi bir insandır ancak hayat şartları ve Lastiği Gevşek Aşörtmen’in sorumsuz davranışları onu çileden çıkarmakta ve şiddete yatkın bir karakter yapmaktadır. Ama yine de oğlunun rahatı ve evdeki huzur açısından çok radikal tedbirler alamamaktadır. Örneğin Lastiği Gevşek Aşörtmen’in odasında televizyon olmalıdır ki, olmasaydı Lastiği Gevşek Aşörtmen bu kadar doğa belgeseli ve spor programları izleyemezdi. Öte yandan Lastiği Gevşek Aşörtmen’in kendisine ait bilgisayarının ya da bir oyun konsolunun evde yer almadığı anlaşılmaktadır. Geçim zorluğu nedeniyle oğlunun bazı çocukların doyasıya kullandığı imkanlardan mahrum olması en çok Lastiği Gevşek Aşörtmen’in annesini üzmektedir. Lastiği Gevşek Aşörtmen’in annesi belki de oğluna sağlanamayan bu imkanlar nedeniyle neredeyse tüm babalar ve oğullar arasında kalmış anneler gibi teoride kocasına pratikte ise oğluna hak vermektedir.

Lastiği Gevşek Aşörtmen 1988 Calgary kış olimpiyatlarında Alberto Tomba’nın nasıl olduğunu babasına sorabildiğine (2) göre ya en az 25 yaşında bir adam, ya da sporu kendinden önceki olimpiyatların bile sonuçlarını takip edecek kadar tutkuyla seven bir ergenlik çağı delikanlısı olmalıdır. Bana 13-14 yaşlarında bir ergenlik delikanlısı olması daha makul gözüktüğünden bundan sonraki yazacaklarımı bu varsayım üzerinden sürdüreceğim. Kaldı ki, en az 25 yaşında olan Lastiği Gevşek Aşörtmen herhalde babasından sürekli dayak yemez, karşılaşmalarını “babamın gözleri birer araba farı, bense bi tavşandım” (1) diye tanımlamazdı. Tüm bu babasına meydan okumalar, evde sorumsuzca hareketleri vs. de ayrıca ergenlik çağını yaşadığına delil olarak sunulabilir. Maria Sharapova’yı buzul çağında olan odasında taş karolar üzerinde yatarken bile düşündüğünde aşörtmeninin önünde çadır kuruluyor (2) olması da 13-14 yaşlarında bir 6. ya da 7. sınıf öğrencisi olduğu kanaatimi güçlendirmektedir.

Boş zamanlarında bolca doğa belgeseli ve spor programları izleyen bir çocuk olan Lastiği Gevşek Aşörtmen aslında çocuklarımıza kötü örnek oluyor diye sürekli itiraz edilen hiçbir yapımı izlemeyen ama yine de ailesine yaranamayan bir çocuk olarak televizyonun çocuk üzerindeki etkisini yadsıyan performansıyla karşımıza gelmeye devam etmiyor.

2. İlgi Alanları

Ergenlik çağındaki gençlerin enerjilerini doğru alanlara yönlendirmeyi başarabildiğimiz zaman onların neler başarabileceğini hatırlarsınız 2008 Pekin Olimpiyatlarında Michael Phelps örneği ile hep beraber izlemiştik. Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği tanısı konan Phelps doğru bir yönlendirmeyle spora yönlendiriliyor ve bir olimpiyatta 8 altın madalya kazanan tek sporcu oldu 23 yaşındayken.

Lastiği Gevşek Aşörtmen de iki konuya karşı engellenemez bir şekilde ilgi duymaktadır.
a. Spor
b. Hayvanlar ve Doğal Yaşam

a. Spor
Sporun hiçbir türünü ayırmıyor Lastiği Gevşek Aşörtmen, curlingden (3) tenise, (2) 10 m. senkronize kuleden atlamadan (4) kayağa, (2) hatta atletizme (5) ve bu duruşuyla da Türkiye’de spor = futbol diyen tüm spor medyasını da fena halde terse yatırmaktadır. Bu ülkede olimpiyat falan yapılamaz diyen Hıncal Uluçlar bu çocuktan ders almalıdırlar. Pekin Yaz Olimpiyatlarını (4) da Calgiary Kış Olimpiyatlarını (2) da sıkı sıkı takip etmiştir bu çocuk. Karşımızda futbol ve basketbolü reddedip de diğer sporları kucaklamış bir reaktivist de bulunmamaktadır. Zira, basketbolü (6) de, futbolu (7) da en az diğer sporlar kadar ilgiyle takip ettiğini çeşitli yazılarında görmekteyiz Lastiği Gevşek Aşörtmen’in.

b. Hayvanlar ve Doğal Yaşam
Hayvanlar ve doğal yaşam da Lastiği Gevşek Aşörtmen’in ilgisinin bir diğer ana damarını oluşturmaktadır. Başta Afrika’daki yırtıcı hayvanların dünyası olmak üzere, antiloptan (1), tavşana, (1), kenelerden (8), göçmen kuşlara (8), koalalardan (3), Asya kaplanlarına (3), Sibirya kurduna (3), hatta Komodo ejderine (5) kadar çok büyük bir hayvan çeşitliliği üzerine engin bilgisiyle felsefe üretmeye çalışmaktadır Lastiği Gevşek Aşörtmen. Hatta soyu tükenmiş hayvanları bile ilgiyle takip ederek doğanın evrim yasalarını anlamaya çalışmaktadır (dinazorlar için bkz. (2)).

3. Kişisel Özellikler
Lastiği Gevşek Aşörtmen herşeyden önce çok yalnızdır. Zaman zaman hastanelik olduğunda hemşire ile ki lendisini kuğu sanmıştı (4), zaman zaman “çöpünüz var mı” diye soran kapıcının kızıyla (2), zaman zaman da Bakkal Mehmet Amca (3) ile temas etmektedir elbette ama hem bu temaslar çok kısa süreli (5 dakikadan daha az) olmakta, hem de duygusal bir paylaşım içermemektedir. Lastiği Gevşek Aşörtmen annesinin dışında kimseye sevgiyle yaklaşmamakta, babasını en yakın rakibi olarak görmektedir. Oedipus Kompleksinin pençesinde bir ergen olarak annesi nazarında güçlü babası karşısında her daim yenilmeye mahkumdur. Bu alandaki zayıflığığını spor karşılaşmalarında babasını yenerek telafi etmeye çalışmaktadır. Öte yandan, babasının yerini almak için de çalışmalarını sürdürmekte, Samuel Beckett’in ünlü sözünü iliklerine kadar hissetmekte ve azimle uygulamaktadır: “hep denedin, hep yenildin, yine dene, yine yenil, daha iyi yenil.”

Hep dener Lastiği Gevşek Aşörtmen, yense de yenilse de “önümüzdeki maçlara bakıyoruz” der hep, çünkü spor felsefesini iyi kavramış bir sporcudur. Bir ceylanın aslan karşısında yakalanacağını bilse bile kaçacağının farkında olduğu için hep dener Lastiği Gevşek Aşörtmen. Doğal yaşamı ve hayvani içgüdüleri iyi analiz etmiştir.

Şartlar yıldıramaz Lastiği Gevşek Aşörtmeni, çaydanlıkla evlerinin koridorunda curling oynar (3), banyodaki küvette 10 m. senkronize kuleden atlama şampiyonası (4) düzenlemiştir. Bu olayı biraz daha derinlemesine incelersek şartların Lastiği Gevşek Aşörtmeni nasıl yıldıramadığını daha iyi anlayabiliriz.

Havuz yoktur, küvet vardır. 10 m. kule yoktur, çamaşır makinesi vardır. Senkronize atlamak için takım arkadaşı yoktur, plastik kova vardır. Hakem yoktur, zengin hayal dünyasında hemen bir hakem heyeti yaratır Lastiği Gevşek Aşörtmen. Madalyalar yoktur, yerlerine altın için annesinin burma bileziği, gümüş için kristal likör takımı ve bronz için ise babasının yakın gözlüğü vardır (4).

Bu derece yokluklar içinde dahi Lastiği Gevşek Aşörtmen, şampiyonanın açılış töreninden madalya törenine kadar her türlü detayıyla ayrı ayrı ilgilenmiş ve türlü türlü sorunlara yaratıcı çözümler üretmiştir. O talihsiz kaza olmasaydı da annesinin burma bileziğini kazanmayı hakettiğine inancım tamdır. Lastiği Gevşek Aşörtmen, detaycıdır, yaratıcıdır, mükemmeliyetçidir ve olağanüstü bir hayal dünyasına sahiptir.

Yine bir dağ tırmanışı denemesi esnasında (9) Everest niyetine salondaki büfeyi seçtiğinde etrafa un serperek kar efekti vermiştir. Ralph Waldo Emerson’un “En İyisi Sen Ol” şiirindeki enfes dizelerini (10) Lastiği Gevşek Aşörtmen bir kademe daha ileriye taşıyacak kadar da gözü yükseklerdedir. Everest’ten aşağısı kabul edemeyecek kadar da hırslıdır Lastiği Gevşek Aşörtmen. Hep daha iyiye, daha güzele çabalar durur. Bulunduğu noktadan asla tatmin olmaz. Lastiği Gevşek Aşörtmen hep büyük düşünür.

Günümüz medya çağında bile zarfa değil mazrufa önem verir Lastiği Gevşek Aşörtmen. Onun için “imaj hiçbişeydir, susuzluk herşey”. Lastiği gevşek aşörtmenini ve üstüne giydiği fanilasını bir üniforma gibi üzerinde gururla taşır ve üzerinden kolay kolay asla çıkarmaz. Lastiği Gevşek Aşörtmen için aslolan dış görünüş değil, içeriktir.

Tüm bu özelliklerinin yanısıra halkına yol göstermek isteyen yenilikçi bir ikondur Lastiği Gevşek Aşörtmen. Curling sporunu kendisi gibi güzel ve yalnız olan ülkemize getirmek için çektiği çile takdire şayandır.

Sonuç

Lastiği Gevşek Aşörtmen gibi karakterlerin toplumumuzda yaygınlaşmasını en kalbi duygularımla dilerim. Ülkemiz, aydınlık yarınlara ancak onun gibi azimli, dirençli, çalışkan, yenilikçi, birey olmayı başarabilmiş kişilerin önderliğinde ulaşabilecektir.
1. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/07/lastii-gevek-artmen.html
2. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/07/lastii-gevek-artmen_23.html
3. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/07/lastii-gevek-artmen_15.html
4. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/08/lastii-gevek-artmen.html
5. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/09/lastii-gevek-artmen.html
6. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2009/01/lastii-gevek-artmen.html
7. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/08/lastii-gevek-artmen_06.html
8. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2008/07/lastii-gevek-artmen_13.html
9. http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2009/02/lastii-gevek-artmen.html
10. EN İYİSİ SEN OL !
Dağ tepesinde bir çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol. Ama,
Dere kenarındaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir avuç ot ol.
Bir yola neşe ver.
Bir nilüfer olamazsan bir saz ol. Ama,
Gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz.
Burada hepimiz için birer iş var.
Cadde olamazsan, sokak ol.
Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir
Her ne isen onun en iyisi sen ol...
Ralph Waldo Emerson ( 1803 - 1882 )"

BİR MİLLET UYANIYOR !!!

Yaşlı - Bir millet uyanıyor !!!
Genç - Günaydın millet : )))
Yaşlı - ??

3 Şubat 2009 Salı

LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMEN


O gün odamda oturmuş karlı zirveleri, dünyanın en yüksek noktalarını düşünüyordum. Ortalıkta fink atan vahşi hayvanları. Hele o görsel şov. Dünyayı bundan daha iyi algılama olanağı olduğunu hiç sanmıyorum. Derhal çantamı toplayıp dağlara çıkmaya karar verdim. Nasuh Mahrukiyi ölesiye kıskandım. Kediler gibi sinirli sesler çıkardım. Evimizin kar leoparı olmayı gözüme kestirdim. Koridora çıktım, yolum uzundu.


Evin tüm kapı pencerelerini açtım. Vantilatörü çalıştırıp koridorun ucuna koydum. Rüzgarın sesini kulaklarımda hissediyordum. Sevinçli bi keçi gibi dört ayak üzerinde kaslarımı kasarak zıpladım dağlarda.

Sürünerek koridoru geçtim. İlk önce mutfak dolaplarına tırmandım. Zorlu bir parkurdu. Fakat disiplinli bir çalışma ile başardım. Mutfak dolapları ile tavan arasındaki o küçücük yere kamp kurdum. 2 saat orada yaşadım. İçime tertemiz oksijeni çekip depoladım. Etrafta gezinen vahşi dağ karıncaları vardı. Bir de ölü dağ karasineği. Şarkılar söyledim dünyanın tepesinden. Keşif gezisi yaptım pıtı pıtı. Zirveden aşağıya leblebi attım. Doğayı tüm hücrelerimde hissetmek gibisi yoktu. Kurtları düşündüm, biraz uludum.

Şimdi ki hedefim annemlerin elbise dolabı idi. Koridora çıktım. Bu kez çok daha sarp ve dik bi yalçın dağ beni bekliyordu. Üstelik tutunacak ne bir dal ne de kaya kırıkları vardı. Mutfak mermeri büyük bir platoydu ve çok yardımcı olmuştu zirve tırmanışında. Fakat bunu da başardım. Gardırop ile tavan arasında yaklaşık 30 santim olduğundan bu kez yatarak kamp kurdum. “Ilgaz Anadolunun sen yüce bir dağısın” adlı şarkıyı söyledim. 1 saat de orada oksijen depoladım, tavana baktım. Tavanla burun burunaydım. Sıkıntılıydım, dağ havası beni çarpmıştı. Bir ara annemi aşağıdaki ovada ismimi haykırırken duydum daha sonra dış kapının sesini. Derhal aşağı indim. Vaktim çok azalıyordu çünkü Everest beni bekliyordu.

Salonda devasa heybetiyle duran büfenin önünde şaşkın gözlerle doğanın bu ulvi mücizesine tanıklık ediyordum. Nerden baksan 6 metreye 3 metre vardı. Her yerine un döktüm büfenin. Tam bi zirve olmuştu karlarla kaplı. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Vantilatörü salona getirip büfeye doğru çalıştırdım. Doğa şartları zorluydu, deli gibi rüzgar esiyordu. Kulağım dondu. Tırmanıştan önce gücümü toplamak için büfenin önüne kamp kurup uyudum biraz. Zımba gibi uyandım. Vakit kaybetmeden aşörtmenimi belime doğru çekiştirip tırmanışa geçtim. Fakat bu kez zirvede yer yoktu. Büfe neredeyse tavanla beraberdi. Zirveye parmağımı soktum bir süre. Üşüyordum, acıkmıştım. Zıbınımdan beyaz peynir, ekmek ve süt çıkardım. Heidi gibi yiyecektim. Fakat tam bu sırada arkamdan kar adamı Yetinin geldiğini duyduğum için dengem bozuldu. İşaret parmağım zirveye takıldı ve büfenin bazı parçaları ile beraber yere doğru harekete geçtim. “Yeti kaaç! Çııııııığ!” diye haykırdım.


Çok kötü düşmüştüm. Yeti başımda “Oğlum iyi misin?” diye ağlıyordu. Yerel halktan bi kadın da şifalı bitkilerle beni iyileştirmek için başıma koşuşmuştu. Kar yağmaya başlamıştı, yıldızlar vardı başımın etrafımda. Yerli kadın Yetiden üzerimdeki çığı kaldırmasını istedi. Kar adamı Yeti üzerimdeki tüm çığı kaldırdı. Çığ kalkar kalkmaz koltukla oluşturduğu yaşam üçgeninde yattığım anlaşıldı. Turp gibiydim. Şifalı bitkileri inanılmaz bir hızda etki eden Yerli kadına teşekkür ettim “Sen beni iyileştirdin Buda da senin oğlunu iyileştirsin” dedim. “Bu da mı başımıza gelecekti, neler diyorsun sen oğlum?” dedi kendi dilinde ama kadın “Sen nerden biliyorsun benim oğlumu, bu bi mucize” dedi bence. Gülümsedim. Gözü yaşlı Yeti'ye “Kim ne derse desin ben hep inanmıştım senin varlığına Yeti, mitolojik hayvan!” dedim. Her ikisi de bana sevgi dolu gözlerle bakıyorlardı. Çığ beni yere fena çarptığından başımın arkası zonkluyordu. “Daha gelmem Evereste” deyip, bayıldım...