28 Mayıs 2010 Cuma

ZIM ZIM ZIMEYY GEZİSİ PART 2

PREVIOUSLY ON ZIM ZIM ZIMEY !!!

Bİ ALTTAKİ POST OLM İŞTE GİT OKU ALLA ALLA. PRİMİNİSLYMİŞ...

Şanlıurfadan basarak uzaklaştık. Yüzümden düşen bin parçaydı. Harran beni bitirmişti. Geleceğe dair umutlarımı yok etmişti. Yollar gene tarım ortamıydı. GAP amacına ulaşıyor mu ne diye hislendim kendi kendime. Koçum Anadolu be! Şu topraklara ne gömsen bin katı geri çıkıyor iyi mi diyerek politik göndermeli espri yaptım. Kızıltepe’de bi gerginlik vardı. Birilerine yol sorduk ters cevap verdiler. Niçin böyle yapıyosun bebişim dedim ayaklandılar. Bi daha sormadık. Gaza basıp kaçtık. Sonra ufukta Mardin gözüktü. Mardinde bi mola verdik. Akşam oluyordu. Güneşin batacağını hiç hesaba katmamıştık. Hep Antepte kaybettiğimiz o 2 saat yüzünden güneş batmıştı. Usulca sağ cebimdeki kabarıklığı okşadım. 1000TL. Sweet. Sakinleştim ama kararan göğe bakınca grubumuza Yusuf da katıldı. Yusufladık. Midyat’a doğru devam ettik.

Mardin Midyat arası Ömerli diye bi yer var. Yolu kırıp baştan yapmaya karar verdiklerinden saatte 25 km yol alabildik. Neyse ki 15 dakka sürdü bu hızımız. Hava iyice kararmıştı. Midyat’a girdik ama nereye gittiğimizi göremedik. Hiç ışık yoktu yollarda. Korktuk. Bu toplanan vergiler nereye gidiyordu acaba? Boğaz köprüsünü 1980 model bir taksi radyosu ekolayzırı gibi ışıldatıyordu vergiler ama Midyat karanlığa terk edilmişti. Neyse Midyat’a girdik. Oteli aradık epey. 2 tur attık Midyatta bulamadık. En son 8-9 yaşlarında iki velet bizi gördü karanlıkta. Arabaya doğru depar atıp Sıla’nın evini mi arıyorsunuz? Gelin abi deyip koşmaya başladılar. Arabanın farlarını üstlerine tutarak takip ettik bunları. 700 metre koştular. Nefes nefese bi yeri göstererek bizi beklediler. İndik Sıla’nın evi burası abi işte dediler. Biz Sıla’nın evini aramıyoz ki Ezel’in evini arıyoz dedim boş boş baktılar. Çocuklara ücretlerini verip otele giriş yaptık.

(Meğerseme Midyatta burada kalmışız. Sabah anladık : ))

Kakam vardı. Derhal klozet kapağı ile göz göze geldim çünkü kırıktı. Kalbim kırıldı. Göt etimin ıslak taşa değdiğini düşününce sinir krizinin eşiğinden döndüm. Saydırmaya başladım Betsy and Marla Singer’a. Dedim öyle de böyle de bıdı da dıdı da. Negsel Amalfi Roma dururken nereye getirdin beni. Saçımı süpürge ettim şu klozetin kırığına bak dedim. Feveran ettim. Dışarısı hayvan gibi karanlık ben yemek yemeye gitmem o karanlık sokaklara. Ayrıca yarın derhal Midyat havaalanından eve dönüyoruz diye ultimatom verdim. Tamam hayatım diyerek yanağımı sevdi. Sakinleştim. Kaldığımız konağın girişindeki geniş avluya gidip sandalyelere oturduk. Çay vardı içtik. Leblebi yedik. Tadım vardı yanımızda. Karanlığa kimsenin çıkası yoktu. Moralman sıfırdık. Daha doğrusu ben sıfırdım onları da sıfırladım. Yarın dönsek mi dediler hatta. Bu kez utanıp saçmalamayın bakın negsel geldik buraya kadar şunun şurasında ne kaldı diyerek üzüm yedim. Ardından fıstık. Bi yudum da çay. Muhabbet. Sonra konağın sorumlusu Mehmet abi bize Süryanileri, Yezidileri, Arapları, Müslümanları, Yahudileri, Türkleri, Kürtleri ve nasıl da eskiden aynı mahallede yaşayıp gittiklerini fakat şimdilerde neredeyse 500 köyün terk edilmiş olduğunu anlattı. Fındık yedim. Sonra uyuduk. Gerçi ben tam uyuyamadım. Sabah da 05:00 civarı uyandım çünkü güneş doğdu. Tüm kuşlar ve horozlar ses çıkardı. Derhal duş aldım. Tam da alamadım. Duştan damlayan suyu kafama döküp çeşitli akrobatik hareketlerle aynı suyu vücudumda gezdirdim diyelim. Götümün sağ lobu kah klozet kapağının kırığının arasına sıkıştı kah da klozetin ıslak zeminine değdi. Ağlayarak sıçtım. Sessizce I find my love in Portofino adlı türküyü seslendirdim. Sabah sabah bete girmiştim. Neyse sonra sırt çantamı toplayıp çıktım odadan. Herkes hazırdı. Çünkü kimse Midyatta bi gece daha geçirmek istemiyordu. Çünkü akşam dışarı çıkamıyorduk : ( Bi de diğer çiftimiz de böceklerle kanka olmuş dün gece. Kİkikiki diye güdüm bunlara. Demek ki benden daha kötü tatil geçirenler de vardı. Mardin'e gidip orda kalacaktık. Akşam fındık ve leblebi ile akşam yemeği yaptığımızdan açlıktan ölüyorduk. Kahvaltı diye haykırdık. Efendim dedi. Ses bi sokak aşağıdan geliyordu.

(Kahvaltı ettiğimiz geleneksel ortam. Gece yoktu. Sabah çıktı ortaya)

İnanılmaz ama kaldığımız konağın 1 sokak aşağısında han varmış : ( Karanlıktan görememişiz. Hem de süper. Girdik. Adam bize geleneksel Midyat kahvaltısı getirecem size dedi. Ok dedim. Gelenekleri yemeye bayılırım dedim, Midyat kahkahası attı. Sonra getirdi. Bi sürü gelenek koydu masaya domates, közlenmiş biber, kaymaklı yoğurt felan filan. Bi de enteresan bi tost. Çok güzel ama. İçinde ne var dedik. Geleneksel Midyat ketçabı dedi. Ketçap varmış içinde. Böyle böyle kaybediyoruz değerlerimizi diye hayıflandım. Tostumu yedim. Çayımı içtim. Kahvemi de içtim. Keyiflendim birden. Yerleşimi gezmeye başladık. Gümüşçüye girdik. 1 saat çıkmadık. Televizyonda Arapça MTV vardı. Minimal kalça hareketleriyle oynadım gümüşçüde kimse anlamadı. Sırasıyla yüzük, bilezik, tespih aldık. Sonra da çıktık.

(Geleneksel Midyat kahvaltısı. Efsane tost da ortada. Sağdaki erkeklerin tostu)

Arabaya doğru yola koyulduk. Araba bi evin bahçesinde duruyordu. Midyatlı bir amca da altında yatıyordu. Karanlıkta öyle denk gelmiş. Adamı da ezmişiz. Kendisinden özür dileyip çıkardık altından arabanın. Sonra arabaya bindik. Arabanın tüm camlarında minik parmak izleri, dudak izleri ve alın izleriyle yola çıktık. Anladınız siz onu.

(Mardin. Arka tarafta yani. Sinire kestiğimden böle fotolar çekiyodum)

Mardine geri geldik. Bir süre otel aradık bulamadık. Bulduklarımızda yer yoktu. En son bulduk. Arabanın bagaj kapağı kırıldı bu arada. Kapanmıyordu. Neyse Mardin’e gezmeye çıktık. Güzeldi. Turist vardı bi sürü. Sırasıyla önce merdivenden düştüm, ardından garson üzerime ayran döktü ve sonra da dişim kırıldı. Cevizli diye tabir edilen Mardin kebabının içinden çıkan bir ceviz kabuğu alt ve üst azı dişlerimin arasında sıkışarak bana günümü gösterdi. En azından yemek yerim lan diye çıktığım yolculuk dişimin kırılmasıyla cehenneme dönmüş, dizlerimin bağı çözülmüştü. Ulan şimdi ben napıcam diye aç kalmış Vedat Milor gibi sesler çıkardım. GA beni cezalandırmıştı. Delirdim sinirden. Tuvalete gittim. Hepsi doluydu. Sürekli su sesleri ve osuruk sesleri geliyordu. Epey bekledim. Lan bu ne iş deyip bi tane kapıya yüklendim açıldı. Kimse yokmuş içerde. Hayırdır inşallah deyip girdim içeri. Looost!

(dişimi kıran piç kebap)

Mardini gezmeye başladık. Oraya gittik buraya gittik. Fotolar çektik. Ona buna naber dayı çektim. Nasılsın anam. Bazlama mı yapıyon dedim. Sempatik olmaya çalıştım. İnsanlar iyiydi. Ben de iyileştim. Özür diledim GA dan. Şu ana kadar senin hakkında düşündüklerim için beni affet dedim. Senin bereketli topraklarından benim gibi bi kentli yavşak ne anlar dedim. Yağ çektim. Neyse ki affetti beni. Aramız düzeldi. Kucaklaştık bölgeyle.

Deyrulzafaran’a gittik. Foto çektik. Süryani hikayeleri dinledik. Aramice kursları varmış yazın beleş hem de. 4 ay. Gitmem dedim içimden. Türk kahvesi istedim 1 dakkada geldi hem de köpüksüz. Bu ne dedim. Süryani kahvesi dedi. Ses etmedim. İçimden 10 a kadar sayıp içtim. Hoşuma gitti.

Akşam Cercis Murat Konağında krallara layık mezeler yemekler yedik, rakı içtik. Dibim düştü. Dişimin kırığına bile aldırmadan yedim yuttum. Elluci mi ne erikle yapılmış bir kuzu etinden yemek vardı. Ruh hastası gibi tadı vardı. Hiç ruh hastası yemedim ama bence tadı aynı budur. Mükemmeldi. Damağım çatladı. Sonra yattık. 1 saat sonra uyandım çünkü bildiğin fırtına vardı dışarıda yani en azından sesler bunu gösteriyordu. Vay be karasal iklime bak sen dedim. Gündüz götümüzden ter damlıyor gece fırtınadan göz gözü görmüyor. Lakin rüzgarın sesinden uyuyamadım. Yine delirdim. Delirmeme uyanan Betsy and Marla Singer pencereyi açsana bi dedi. Buzdolabının kapısını da açayım mı dedim buna. Tepki vermedi. Deliren benim yavrum sana noluyor diyerek ironik laf çakması yapmaya çalıştım. Nalakası var pencereyi niye açayım yahu dedim. Sen aç dedi. Açtım. Ses mes kalmadı. Meğerse gerzek pencere kasası yüzünden o ses çıkıyormuş. Üstüme esen rüzgara razı olup üşüyerek, en azından sessizce uykuya daldım. Rüyamda Romadaydım. Aşk musluğundan çay akıyordu. Zım zım zımey diye halay çekiyordum Roma meydanlarında. Sabah yine erkenden güneş doğdu uyandık. Kuşlar ses çıkardı.

(Mor Gabriel kafası(temsili))

Mor Gabriel Manastırına gittik. Mor Gabriel ortalarda yoktu. Gizli gizli adamın manastırını gezdik. Tertemizdi ortam. Ben daha önce ülkemizin her hangi bir yerinde bu kadar bakımlı temiz bir tarihi eser görmedim. Duvarları yaladım. Yurtdışındaki Süryaniler destekliyormuş ortamı. Onlar için yapılmış güzelce bir misafirhane de vardı. Gelip kalıyolarmış arada sırada. 70 kişi de yaşıyormuş manastırda halen daha. Ama hiç görmedik. Devlet burada dini eğitim verilmesini yasaklamış. Fotolar çektik. Gülüşmeler. Çıktık. Yeni rotamız Hasankeyfe doğru yola çıktık.

(Mor Gabriel Manastırı aka Deyrulumur)

Not : Bu arada mor "saint" demek, bilmiyorsan öğren yarraam!

(ARKASI YARIN )

Hiç yorum yok: